Kemal Can: CHP kitlesini iktidarın manipülasyonlarına teslim etti

img

ANKARA - CHP’nin mevcut muhalefetini değerlendiren gazeteci-yazar Kemal Can, CHP’nin ilkeli tavır almak yerine iktidarın zorladığı pozisyonda kaldığını belirterek, “Çünkü, muhalefet olarak tüm kamuoyu ile birlikte kendi seçmenini de iktidarın manipülasyonuna açık hale getirmiş, hatta teslim etmiş durumda” dedi.

OHAL koşullarında yaklaşan 2019 seçimleri, AKP-MHP’nin seçim ittifakı, seçim güvenliği, Efrin’e yönelik operasyon ve muhalefet yönelik artan baskılar gündemdeki yerini korurken, ana muhalefet partisi CHP’nin mevcut süreçteki pozisyonu tartışılıyor. CHP’nin mevcut muhalefet pozisyonunu gazeteci-yazar Kemal Can, Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
 
Türkiye seçim atmosferine girdi, OHAL ve savaş koşullarında seçime gitmeye rıza göstermiş gibi görünen bir muhalefet var. Böylesi bir atmosferde muhalefetin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Sadece seçim açısından değil, haklı bir gerekçesi olmaksızın sürmekte olan OHAL yönetimine ve olağan olmayan koşullara razı görünen bir muhalefetten bahsedebiliriz. Kendi potansiyelini harekete geçirmekte başarısız, yetersiz olan bütün siyasi aktörleri, sivil toplumu ve aslında tüm kamuoyunu da eleştirmek gerekir. Çünkü iktidarın "zor" yoluyla bir rıza oluşturduğu doğru olmakla birlikte, buna karşı direncin cılızlığı sadece baskı uygulamalarıyla açıklanamaz. Bunun çok somut bir örneği on binlerce kamu çalışanının işlerinden atıldığı bir ortamda Yüksel direnişi türünden hacmi küçük, etkisi büyük eylemlerin yaygınlaşmamış olmasını, olan eylemlere verilen desteğin sınırlılığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde ifade ve basın özgürlüğü konusunda ve her türden hukuk ihlali karşısında çok kuvvetli bir itiraz dalgası oluşmuyor, örgütlenemiyor. 
 
Tekrar seçim meselesine dönersek?
 
İktidar, uzunca bir süredir siyaseti bir yarış performansına indirgedi ve muhalefeti de seçim kazanana kadar sürecek bir daimi yenilgi hapishanesine kapattı, yok sayabildi. Uzunca bir süredir bu tuzaktan çıkamayan muhalefet, güçlü biçimde itiraz etmeyi "Bu sefer kazanacağız" şeklindeki bir geleceğe erteliyor.
 
OHAL koşullarında seçime rıza göstermek açısından, önümüzdeki seçim ilk örnek olmayacak. Resmi bir OHAL ilanı olmasa bile, 1 Kasım 2015 olağanüstü koşullarda yapılmış, sadece muhalefet ve seçmenin değil, iktidarı destekleyen tabanın da tehdit altında olduğu bir seçimdi. 
 
Ardından sonuçları tartışmalı bir de referandum yaşandı. İktidar, uzunca bir süredir siyaseti bir yarış performansına indirgedi ve muhalefeti de seçim kazanana kadar sürecek bir daimi yenilgi hapishanesine kapattı, yok sayabildi. Uzunca bir süredir bu tuzaktan çıkamayan muhalefet, güçlü biçimde itiraz etmeyi "Bu sefer kazanacağız" şeklindeki bir geleceğe erteliyor. Öyle olsa bile, geleceğin zaferinin bugünden başlaması gerektiğini fark etmiyor. Önlerinde kazanılacak bir seçim olsa, kazanacaklarına çok güveniyor olsalar bile, buna yürürken mevcut duruma, dolayısıyla OHAL'e ve bütün hukuksuzluklara çok güçlü biçimde itiraz etmeleri lazım. 
 
CHP’nin “sol” damarının güçlenmesi çağrısı yapan Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner’in de seçim için boykot önerileri yeni tartışmaları beraberinde getirdi.  Parti içini ve diğer partileri boykot konusunda örgütlemeyen bu boykot çağrısını karşılığı var mıdır?
 
Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner’in önerileri ve önerilerini dayandırdıkları gerekçeler çok samimi olmakla birlikte, boykot fikrinin kolay uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Bütün dünyada daha önceki deneyimlerin de gösterdiği gibi boykot kategorik olarak zor ve sonuç alma ihtimali zayıf bir seçenek. Ancak iktidar veya güç merkezleri üzerinde etkisi olabilecek bir zorlama veya tehdit olarak da tamamen gündem dışı tutulmaması gerekir. 
 
Bu yüzden, gerekçeleri dolayısıyla çok yararlı olabilecek bir tartışma zemini oluşturacak bu önerilerin peşin olarak reddedilmesi son derece yanlış bir taktik yaklaşımdı. Fakat Türkiye'deki mevcut koşullar iyi örgütlenmediği takdirde bu tehdidin iktidar tarafından dikkate alınacağını da pek düşündürmüyor. 
 
Ayrıca dünya kamuoyunun bu konuda cesaret verici bir destek umudu verdiğini söyleyemeyiz. Bütün bunların dışında özellikle CHP'nin örgütlenme yapısı ve teşkilatlarının motivasyonu itibariyle boykot örgütlemeye yatkın olduğunu sanmıyorum.
 
Bu tespitinizi neye dayandırıyorsunuz?
 
CHP'nin referandum sonuçlarını kabul etmeyip, güçlü bir itirazı eylemli biçimde örgütlememe eleştirisi konusunda da benzer düşünüyorum. CHP, böyle bir şeye niyet etse bile örgütleme kabiliyetine sahip değildi. Belki biraz geri durması da bu yüzden. Çünkü çok etkili bir sivil itaatsizlik eylemi olan boykot veya seçim tanımama eylemleri bunu sürdürme sorumluluğunu almadan kalkışılabilir bir yol değil. 
 
Başarılamamış bir boykot, kaybedilmiş bir seçimden daha yıkıcı olabilir. Ayrıca seçim takviminde önce yerel seçimlerin yapılacak olması, boykot için teknik bir zorluk getiriyor. Yerel seçime girmemeye CHP seçmeni ve teşkilatlarının ikna edilmesi hiç kolay değil. Galiba aynı şey HDP için de geçerli. 
 
CHP yönetiminin birçok konuda AKP’ye yaptığı her muhalefet hamlesinin “Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürmekle” sonuçlandığı yönünde görüşler var. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday belirlenmesi süreci, savaş tezkerelerine ilişkin geliştirilen tutum, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecindeki tavır, Yenikapı mitingine ilişkin tutum, 16 Nisan referandumu gecesi gayrimeşru sonuç karşısında tepkisiz kalınması ve benzeri örneklerler çoğaltılabilir.
 
 CHP ve muhalefet aktörlerini, siyaseti iktidarın belirlediği sınırlarda pozisyon alarak ve onun kurduğu oyun kurallarına göre sürdürmeye yeterince direnip, direnmemelerine göre eleştirmek daha doğru. 
 
CHP'nin uzunca bir süredir iktidarın hamlelerine karşı aldığı pozisyonlarla, onun işini kolaylaştırdığı söylenebilir. Ancak bu pozisyonların zaten böyle olması istendiği veya çok iradi biçimde alındığı konusundan çok emin değilim. Çünkü siyaset alanını, gündemi ve oluşan pozisyonları büyük ölçüde iktidar belirliyor. Dolaylı olarak muhalefetin de hamleleri üzerinde etkili oluyor. Üstelik bu sadece iktidarın suyuna giden, zorlamayan haller için değil, tam tersi çok istediği sert pozisyonlar için de geçerli. Mesela, hükümete karşı çok sert ifadeler taşıyan 27 Nisan 2007 muhtırasının AKP'nin ekmeğine yağ sürmediği söylenebilir mi? 
 
CHP ve muhalefet aktörlerini, siyaseti iktidarın belirlediği sınırlarda pozisyon alarak ve onun kurduğu oyun kurallarına göre sürdürmeye yeterince direnip, direnmemelerine göre eleştirmek daha doğru. 
 
Saydığınız olayların çoğunda CHP ilkeli bir tavır almak yerine iktidarın zorladığı pozisyonda kalmayı tercih etti. Fakat ben etkili olabilecek bütün siyasi aktörler ve dinamikler açısından, peşin dışlayıcı tutumların yararına inanmıyorum. Nasıl iktidar bazı muhalefet aktörlerini bazı pozisyonlara zorlayabiliyorsa, diğer muhalefet bileşenlerinin de aynı aktörleri aksi yönde tavır almaya sonuna kadar zorlayabileceğini düşünüyorum. "Zaten"  diye başlayan cümleler kurmanın, son tahlilde doğru bile olsalar çok ilerletici olduğu kanaatinde değilim. Ve bu konuda bazen muhalefet aktörlerinin birbirlerini yalnız bırakmaya fazla yatkın, kolay vazgeçmeye meyyal olduğunu düşünüyorum. 
 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Alman Büyükelçisi’nin Türkiye'nin Efrin'e yönelik operasyonunu "işgal" olarak tanımlamasına tepki göstermiş ardından katıldığı bir programda kendisine yöneltilen "Afrin'den çekilecek miyiz?" sorusuna için ise "Çekileceğiz tabi. Siz başka bir ülkenin, devletin toprağını işgal edemezsiniz zaten" demişti. Gelinen aşamada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Efrin’e vali atayacaklarını duyurdu. Muhalefetin bu noktadan açıklama yapmasının iktidarın politikalarındaki karşılığı nedir?
 
CHP'nin içine düştüğü bu çelişkili hal tıpkı dokunulmazlık meselesinde girdiği açmaza benziyor. O zaman da, bir taraftan Anayasaya aykırı olduğunu söyleyip diğer taraftan dokunulmazlıkların kaldırılmasını desteklemişti. 
 
Çünkü iktidar tarafından sürüldüğü pozisyon, kendi dillendirdiği ilkenin gereğini yapmaktansa, üzerine gelebilecek saldırılardan kaçınmayı öne çıkartmıştı. Kendi ağzıyla tutarsızlık yapmaya mecbur olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Afrin meselesi de böyle bir durum. Afrin'in sağladığı oy desteğini açık açık konuşup, bu operasyon sayesinde "metal yorgunluğunu" attığını söylemekte sakınca görmeyen iktidar, ana muhalefet partisi tarafından yeni operasyonlar için destekleniyor, cesaretlendiriliyor. CHP, bir taraftan "ne işimiz var orada" diye düşünür, söylerken diğer taraftan iktidarın zorladığı "milli çıkar", "ulusal güvenlik" söylemine direnemiyor.
 
Neden direnemiyor?
 
İktidarı ‘yetersiz’ milliyetçilikle sıkıştırmanın CHP'ye şimdiye kadar bir faydası olmadı, bundan sonra da olacağı yok. 
 
Çünkü muhalefet olarak tüm kamuoyu ile birlikte kendi seçmenini de iktidarın manipülasyonuna açık hale getirmiş, hatta teslim etmiş durumda. Kendi sözünü üretemediği, iktidarın yarattığı zemini tartışmaya açamadığı alanlarda ona yakın durarak kendini savunmaya çalışıyor ama mesafeyi kaybettiği için de daha fazla darbe alıyor. Halbuki iktidar hem kendi tabanının hem de genel kamuoyunun tepkilerini yönetiyor. Bu yüzden AKP'nin seçmeni beş yıl arayla yüzde 85 ile AB'yi desteklerken, sonra yine yüzde 85 ile AB'nin Türkiye'nin en büyük düşmanı olduğuna ikna oldu. 
 
Kamuoyu ve kendi tabanı için muhalefetin de benzer bir tavrı göstermesi, en azından doğru soruları gündeme getirmesi ve tutması mümkün aslında. İktidarı "yetersiz" milliyetçilikle sıkıştırmanın CHP'ye şimdiye kadar bir faydası olmadı, bundan sonra da olacağı yok. 
 
MA / Diren Yurtsever