Prof. Dr. Bozarslan: Efrin’de direniş son derece başarılı

img

ANKARA - Birçok alandaki referans çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Kürtlerin Efrin’de “ikili bir askeri taktiğe” dayalı başarılı bir savunma yaptığını söyledi. Bozarslan, Ortadoğu’daki sorunların çözümü için 1945'te yapılan Yalta Konferansı’na benzer bir öneride bulundu.  

Tarih, sosyoloji ve siyaset alanındaki çalışmalarıyla dünya çapında ün yapan EHESS Üniversitesi (Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Efrin savaşına ilişkin yeni değerlendirmelerde bulundu. 
 
“Türkiye Tarihi”, “Ortadoğu’nun Siyasal Sosyolojisi”, “Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi” gibi referans kabul edilen onlarca kitabı yayınlanmış olan 60 yaşındaki Bozarslan, yurtdışında yaşamasına rağmen Efrin’deki gelişmeleri yakından takip ediyor. Efrin’e yönelik saldırıların başlangıcında, “Kürtler Efrin’in her gününü bir zafer olarak görüyorlar” tespitinde bulunmuştu Bozarslan. Bir buçuk ayı geride bırakan saldırıları Mezopotamya Ajansı’na değerlendiren Bozarslan’a göre, Kürtler Efrin’de ikili bir askeri taktik izliyor ve bu konuda da başarılılar. 
 
‘BAŞARILI BİR DİRENİŞ’
 
Bozarslan, şunları dile getirdi: "Bu uzun direniş döneminde, Kürt hareketi NATO’nun ikinci büyük ordusu ve hizmetindeki cihadî güçlere karşı son derece başarılı bir direniş gösterebildi. Elindeki mevzileri savunmaya ve işgal altındaki topraklarda gerilla savaşını geliştirmeye dayalı ikili bir taktik geliştirmeyi başarabildi. Önümüzdeki dönemin daha zor olacağı kesin, ama kazanılan tecrübelerin, işgalci güçlerde görülen moral bozukluğuyla tam bir tezat gösteren kitlesel ve bireysel azmin ve sahaya hâkim olabilmenin sağladığı avantajların direnişi çok uzun bir zaman dilimine yayabileceğini düşünebiliriz.” 
 
‘BM SEMBOLİK BİR GÜCE BİLE SAHİP DEĞİL’
 
Dünya sistemi açısından da bu saldırıları tahlil eden Bozarslan, Suriye geneli için alınan bir aylık ateşkesin uygulanmamasını Birleşmiş Milletler’in (BM) güçsüzlüğüne bağladı ve “Daha kurulduğu günden itibaren atıl kalan BM’nin, özerk bir güce, hatta kendisine sembolik bir üstünlük kazandırabilecek bir itibara sahip olmadığı açık” diye konuştu. 
 
Bozarslan, Türkiye’nin BM kararını tanımamasını, bölgede böylesi dönemlerde yaşanacak olası gelişmeleri de şu sözlerle değerlendirdi: “Erdoğan rejimi çok uzun bir zamandan beri legal-rasyonel bir devlet yapısına sahip olmaktan çok uluslararası literatürde ‘haydut devlet’ olarak tanımlanan kategoriye tekabül etmektedir. Bu devletlerin en önemli özellikleri, ‘zarar verebilme’ kapasitelerini bir silah olarak kullanabilmelerinde, hem kendi halklarını hem de başka devletleri esir alabilmelerinde yatmaktadır. Dünya tarihindeki bütün anti-demokrasiler bu temelde işlemektedir. Ama dünya tarihi, bu güç denkleminin son tahlilde yine güçle kırılabileceğini de göstermektedir. 
 
İRAN VE TÜRKİYE CİDDİ SENARYOLARLA KARŞI KARŞIYA KALABİLİR
 
Bölgesel anti-demokrasiler olarak Türkiye ve İran bu ‘zarar verebilme’ kapasitesini oldukça hoyratça kullanmakta, nerede durulması gerektiğini kavrayamamaktalar. İran’ın bölgesel düzeyde geliştirdiği milis siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu’da Kürtlüğü imha için cihadî hareketleri desteklemeyi de içeren ve her türlü riski göze alan yayılmacı bir siyaset takip etmesi, onları ilerde kontrol edemeyecekleri bir senaryoyla karşı karşıya bırakabilir. 
 
BELİRSİZLİKLER
 
Burada zaman faktörü oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Günümüzün demokrasileri, 1920 ve 1930’lardaki gibi anti-demokrasiler önünde diz çökmeye devam edecekler mi? Yoksa bazı yorumcuların önerdiği gibi son tahlilde ABD ve Rusya arasında Yalta tipi bir çözüme mi gidilecek? Ortadoğu’daki gerilimlerin ağırlık noktasının İran’a yönelik olarak yeniden tanımlanması karşısında Erdoğan rejimi nasıl bir tutum takınacak? Kürt sorunuyla sınırlı olmayan Türkiye-ABD ihtilafları yatıştırılabilecek mi? El-Assad (Beşşar Esad) rejimi, kendisini de tehdit eden bir işgale karşı ne kadar sessiz kalabilecek? Bu sorulara şu andan cevap verebilmek mümkün değil. 
 
KÜRTLER EFRİN’DE ZAMAN SERMAYESİNİ İYİ KULLANDI
 
Şu an itibariyle Efrin’in kendi başına, kendi kaynaklarıyla direnmek zorunda olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle de zaman faktörü son derece önemli. 3 gün için planlanan bir harekâtın 45 gün sonra hâlâ Efrin’i kuzeyden ‘kuşatma’ dışında bir hedefe ulaşamaması, Kürt hareketinin zaman ‘sermayesi’ni son derece başarılı bir şekilde kullandığını göstermekte.” 
 
‘KÜRTLER BİRLEŞMELİ, ORTAK DİPLOMASİ YÜRÜTMELİ’
 
Bugünkü dünya sisteminin bir yerde şekillendiği Yalta önerisini gündeme getiren, Kürtlerin başarılı bir savunma yaptığını belirten Bozarslan, Kürtlerin kendi aralarında birlik sağlamalarının önemine işaret etti. Bozarslan, birlik konusunda, “Genel olarak Kürt hareketi açısından da zaman olgusu son derece önemli. Son derece zor koşullarda bulunan Güney Kürdistan’ın ve genel olarak Rojava’nın güçlendirilmesi gerekmekte. Bu ise, Kürdistan’ı bölen sınırların geçişkenlik kazanması, Kürt partileri arasında diyalog kanallarının açılması ya da güçlendirilmesi, Kürtler arası birlik atmosferinin oluşturulması, ortak diplomatik girişimlerin oluşturulması sayesinde mümkün olabilir” diye konuştu. 
 
YALTA ÇÖZÜMÜ NEDİR?
 
Bozarslan’ın bölgedeki duruma ilişkin bazı belirsizliklere dikkat çekerek gündeme getirdiği Yalta çözümü, Şubat 1945 yılında dönemin 3 büyük gücü olan ABD, SSCB ve İngiltere arasında önemli kararların alındığı bir konferans olarak tarihe geçti. Erdoğan’ın her fırsatta eleştirdiği BM düzeni bu konferansta kararlaştırıldı. Almanya’nın bölünmesi, Polonya’nın durumu, Japonya ile Rusya ilişkileri gibi önemli konuların da ele alındığı konferansta İsrail’in topraklarının genişletilmesi gibi konuların da görüşüldüğü düşünülüyor. Konferans, “yeni dünya düzeninin şekillendirildiği toplantı” olarak da kabul ediliyor.