‘İktidarın elden bırakılmak istenmemesi cinayetleri arttırıyor’

  • kadın
  • 09:01 23 Aralık 2019
  • |
img

İSTANBUL- Kadın cinayetlerinin arkasında yatan psikolojik durumları değerlendiren Psikolog Burcu Soyak; “Kadın cinayetlerine önlem alınmaması ataerkil sistemin sürdürülmesine, iktidarın elden bırakılmaması isteğine bağlamaktan başka bir gerçeklik göremiyoruz” dedi.

Kadın katliamlarındaki artış ve bu artışla bağlantılı olarak bireysel, toplumsal psikolojik durumu analiz eden Psikolog Burcu Soyak, cinayetlerdeki artışın psikolojik olarak hegomonik erkeklik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dikkati çekti. 
 
Türkiye’de her gün ortalama iki kadın öldürüldüğünü hatırlatan Soyak, artışın arkasında politik camiada açık söylenmese de “aile yapısını bozduğu” gerekçelerle kadının suçlanması söylemi yatığını dile getirdi. Soyak, “Kadın cinayetlerine önlem alınmaması ataerkil sistemin sürdürülmesine, iktidarın elden bırakılmaması isteğine bağlamaktan başka bir gerçeklik göremiyoruz” dedi. 
 
Hegomonik erkeklik kavramına da değinen Psikolog Soyak, eril iktidar, hem kendi kişisel hayatında hem de geniş çerçevede toplumsal sömürü ilişkileri içerisinden kadınların ezilmesine neden olan bir erkeklik kurgusu sonucu oluştuğunu ve bunun bütün şiddet biçimleri için geçerli olduğunu söyledi.
 
‘ÖLDÜREN ERKEK ZİHNİNİ KAPATMIYOR’
 
Psikolojik etkilerin basına “aşk ve sevgi cinayeti” diye yansımasını da değerlendiren Soyak, şöyle devam etti: “Tabii ki cinayetin sevgi ile hiçbir ilgisi yok. Bunu yapan erkek eşitsizliğe inanarak kadına her şeyi yapabilme hakkını kendinde görüyor. Bir cinnet hali diye bir şey yok aslında alkol ya da uyuşturucu sebep olarak gösteriliyor. Bu aşk cinayeti de değil bu tamamen seçilerek yapılan bir davranış. Öldüren erkek zihnini kapatmıyor o an da ve orada kadını öldürme hakkını kendine veriyor. Aslında bu erkek şiddeti ezilen ezen ilişkisi içerisinden, eşitsizlik ilişkisi içerisinden okuyabiliriz. Sahip olma tutkusu keza öyle kadın da aşık oluyor ama aşık olduğu erkeği öldürmüyor. O hiyerarşik yapı içerisinde kadın, erkeği öldürme hakkını kendinde buluna kadar kendini koruma hakkını bile zor buluyor. Kadın erkek ilişkilerinde atıfta bulunan ‘ya benimsin ya kara toprağın’ sözünde anlaşıldığı gibi genellikle bu söz söylendiğinde erkek akla geliyor. Bu da demek oluyor ki erkek kadına ‘sen bir metasın, ben üstünüm. Sen bir kadın olarak özgürlüğe sahip değilsin, kontrolümden çıkamazsın. Çünkü iktidar bende, ben erkeğim o erkeklik kimliği ile var oldum bunu bırakamam’ zayıflığından kaynaklanıyor aslında. Âşık olmaktan kaynaklanmıyor. Tamamen eşitsizlikten, iktidardan doğan şiddetten kaynaklanıyor.” 
 
‘CİNAYETLER NORMALLEŞECEK’
 
Politik önlemler alınmadıkça cinayetlerin normalleşerek süreceğini ifade eden Soyak, şunları söyledi: “Daha önceden devlet kadın cinayetlerinin oranını veriyordu. Bir süre sonra kadın katliamları çok artınca buna karşın kadın hareketlerinin artması ile sayı vermemeye başladı. Kadın cinayetlerinin artığını biliyoruz ve hala bu artışın devam etmesinin sebebi ataerkilliğin sürdürülmesi, ataerkillik sürdürüldükçe, toplumsal cinsiyet çalışmaları engellendikçe bir politik önlemler alınmadıkça erkekler kendi içinde bir normalleştirme sürecine de girebiliyorlar. Böyle toplumsal kırılmalarda devletin aslında idam gibi hiç olmayacak bir şeyi gündeme sürüp halkın bir önlem ihtiyacına çözümsüz bir yaklaşım getirerek o sorumluluğu üstünden atmak istemektedir. Böyle yaparak aslında erkek şiddetini yaratan politik toplumsal nedenleri görünmez kılıp, bunlarla ilgili hiç bir sorumluluk almayıp failleri canileştirerek insanları da ilkel cezalandırma beklentilerini gidererek gündemi geçiştiriyor. Oysa idamın olduğu ülkelerde kadın cinayetlerinin azaldığını görmüyoruz. Bitmesinin tek çaresi var o da toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tüm kurumları kapsayıcı olarak bütüncül bir şekilde politik üretime dönüştürülmesi gerekir.”
 
‘ŞİDDET GÖREN ŞİDDET UYGULAR’
 
Soyak, sözlerini şöyle tamamladı: “Mesela Ceren Özdemir cinayetinde çok daha değişik bir durum söz konusuydu. Genellikle kadınlar yakınlarından kaynaklı şiddete uğruyorlar. Yine erkeklerin duygularını yine toplumsal cinsiyet meselesinden kaynaklı duygularını çok yaşamadan büyümelerinin de etkisi olduğunu görüyoruz. Kendi duygularıyla ilgili kendi sorumluluğunu alamamak erkeklerin çok küçük yaşlardan itibaren duygularını bastırarak büyütülmeleri ‘kız gibi davranamazsın, sen erkeksin’, ‘kadın gibi ağlama’ diye duyguları yaşamanın aslında değersiz bir insani durum olduğunu ve bununda kadınlara göre olduğunu küçükken oğlan çocuklara dayatılıyor. Bunun sonucu olarak da yaralanabilirliğini kabul etmeyen, eline bıçak alan erkekler görüyoruz. Tabii ki tek sebebi bu değil ama yaralanabilir olmayan erkeğin bu eşitsizlik sistemi içerisinde kadını öldürme hakkı bulması kendinde buluyor. Şiddet görmek ve bu şiddetle yüzleşmemek erkek şiddetini normalleştirerek büyüme bunun altyapılarından biri şiddet döngüsünün içerisinden hiç çıkamamış, şiddet görerek büyümüş ve bu şiddeti kendi hayatı içerisinde normalleştirmiş insanların şiddet uyguladığını görüyoruz.”