Doç. Dr. Yücel: Devlet kadınların boyun eğmesini istiyor

  • kadın
  • 09:09 17 Şubat 2022
  • |
img

ANKARA - Kabulünün 96'ncı yılı olan Medeni Kanun’un bütüncül bir saldırı altında olduğunu belirten Doç. Dr. Özge Yücel, “Devlet kadınların boşanması ya da boşanmamasıyla değil boyun eğmesiyle ilgileniyor. Erkeğe, iktidara, patriarkal otoriteye boyun eğmesini istiyor” dedi. 

AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarının ardı arkası kesilmiyor. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ardından şimdi de kadınların nafakadan mirasa ve boşanmaya kadar bir hakkını güvence altına alan Medeni Kanun hedefte. Nafaka hakkının sınırlandırılması, sulh komisyonları, aile hukuku davalarında arabuluculuk gibi değişiklikleri içerdiği belirtilen 6’ncı Yargı Paketi’nin Meclis gündemine gelmesi bekleniyor. 
 
Kulis bilgilerine göre, paketin hazırlıkları Adalet Bakanlığı tarafından bitirildi ve şu an Cumhurbaşkanlığı’nda. Yoksulluk nafakası ve aile arabuluculuğuyla ilgili bir takım düzenlemeler içermesi beklenen pakette, ayrıca doğrudan çocuklara bağlanan iştirak nafakasının da tehlikede olduğu belirtiliyor. Tüm bu düzenlemeler ise doğrudan Medeni Kanunu etkiliyor. 
 
17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun’un kabulünün 96'ncı yılı dolasıyla Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özge Yücel, kanunu hedef alan 6’ıncı Yargı Paketi’ne dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
 
 İştirak nafakası nedir ve 6’ncı Yargı Paketi’nde nasıl bir değişikliğe tabi tutulacağı öngörülüyor?
 
Çocuğun mümkün olduğu ölçüde anne ve baba tarafından bakılma hakkı bulunuyor. Bu hak, Medeni Kanun tarafından güvence altına alınmış durumda. İştirak nafakası, doğrudan çocuklara bağlanan nafakadır. Nafaka ödeyen kişilerin mağduriyetinden ziyade, nafaka alacakların mağduriyeti söz konusu. Nafaka ödemeyen kişiler için zorlama hapis getirilmiş durumda. Bu ceza değil, sadece disiplin hapsi niteliğinde. Üç aya kadar uygulanabilen bir hapis ve kişi nafaka yükümlülüğünü yerine getirdiğinde anında hapis ortadan kaldırılıyor. Hedef tamamen nafaka yükümlülüğünü bilerek, kasten yerine getirmeyen kişileri, bu yükümlülükleri yerine getirmeye zorlamaktan ibaret. Yoksulluk nafakasıyla ilgili tartışmalar bağlamında, iştirak nafakasıyla da bağlantılı bir şekilde bu zorunlu hapsi ortadan kaldırmayı düşündüklerini tahmin ediyoruz. İştirak nafakası zaten şu an doğru düzgün ödenmezken, bu sorunun daha da artacağını ve nafakanın hiç ödenmez hale geleceğini, çocukların insan hakkı olan nafaka hakkından mahrum bırakılacağını öngörüyoruz.
 
Peki yoksulluk nafakası nedir ve Türkiye’de neden daha çok kadınlara bağlanıyor?
 
Yoksulluk nafakası, pek çok ülkede bulunan hatta Osmanlı döneminde de uygulanan bir nafaka. Sadece evlilik döneminde değil, evlilik sonrasında da bu nafakanın bağlandığı anlaşılıyor. Yoksulluk nafakasıyla, evlilik sonrasında ihtiyaçlarını tek başına karşılayamayan eşe, nafakanın bağlanması amaçlanıyor. Daha çok kadınlara nafaka bağlanıyor çünkü toplumsal cinsiyet normları, kadın erkek eşitsizliği, kadınların özel olarak yoksun bırakmaktadır.  Tüm bu nedenlerden dolayı evlilik sırasında kadınlar iş hayatından uzak bırakılmış durumdalar. Bu sayede aslında erkekler de zenginleşmektedir.  Bu zenginleşme, kadınların evlilik sırasında verdikleri fiziksel ve duygusal emeğin  sonucudur. Nafakanın amacı da bu zenginleşmeyi denkleştirmektir. Kadının evlilik sırasında vermiş olduğu emeğin sonucu olarak, evlilik bittikten sonra da dayanışma yükümlülüğünün kısmen de olsa devam etmesi gerekir o nedenle bu nafaka bağlanır.
 
Yoksulluk nafakasının süreli hale getirileceğine dair tartışmalar var. Bunun da hakime takdir yetkisi verilerek yapılmasının planlandığı anlaşılıyor. Bu uygulama Türkiye için uygun mu?
 
Nafakanın süreli hale getirilmesi gibi bir tartışma vardı. Bazı ülkelerde takdir yetkisinin hakime bırakıldığı bizde de bu düzenlemenin yapılabileceği söyleniyordu. İsviçre Medeni Kanunu’nda hakime takdir yetkisi tanıyan şekilde değişiklik yapıldı ama o değişikliğin temelinde uzun gerekçeler var. Kanun değişikliğinin gerekçesinde şu var; ‘İsviçre’de yıllar içinde ekonomik anlamda kadınların refahında önemli değişiklikler gerçekleşmiştir. Kadın erkek eşitliği giderek daha fazla sağlanmıştır. Bu nedenle artık nafaka konusunda hakime takdir yetkisinin tanınması ayrımcı olmayacaktır.’ Toplumdaki gerçek eşitliğin tespit edilmesi sayesinde bu kanaate varılıyor. Bizdeki veriler tam aksini gösteriyor. Kadınların iş yaşamının dışında kaldığını, yoksul olduğunu, mülk-gelir sahibi olmadığını, bağımsız olmadığını gösteriyor. Durum böyleyken hakime bu konuda takdir yetkisi vermek kadınların yaşadığı ayrımcılığı görmezden gelmek hatta bunu dolaylı bir şekilde normalleştirmek anlamına geliyor. O yüzden kabul edilemez.
 
Çeşitli “çözümler” de sunuldu. Örneğin nafakanın devlet tarafından ödenmesi gibi. Nafakanın devlet tarafından ödenmesi neden kabul edilebilir değil?
 
 
 Nafaka evlilik süresiyle bağdaştırılamaz. Devletin ödemesi gibi bir çözüm de kabul edilemez. Çünkü nafaka bir sosyal yardım değildir. Eski eşin meselesidir, devletin değil. Bu ikisi birbirinin alternatifi olamaz.
 
Şu anda evlilik süresi kadar nafaka süresi gibi formüllerin ya da ‘devlet ödesin’ gibi bir takım çözümlerin ileri sürüldüğünü görüyoruz. Ancak nafaka evlilik süresiyle bağdaştırılamaz. Öte yandan zaten kısa evlilikler bakımından yasal düzenlemelerimiz uygun bir yolu gösteriyor. Nafakanın toptan ya da irat olarak ödenmesi konusunda takdir yetkisini zaten hakime bırakıyor. Ama daha uzun evliliklerde verilen emeğin ölçüsü bu şekilde belirlenemez. Nafaka süresi bittiğinde kadın yeniden muhtaç hale gelecektir. Devletin ödemesi gibi bir çözüm de kabul edilemez. Çünkü nafaka bir sosyal yardım değildir. Yargı kararlarında da ifade edilmiştir; dayanışma yükümlülüğünün sonucu olduğu belirtilmiştir. Eski eşin meselesidir, devletin değil. Tabii ki sosyal yardımlar herkese yapılabilir ama bunun gerekçeleri farklı, nafakanın gerekçeleri farklıdır. Bu ikisi birbirinin alternatifi olamaz.
 
Söz konusu değişiklikler Medeni Kanun’u nasıl etkiliyor?
 
Nafakayla ilgili tüm düzenlemeler Türk Medeni Kanunu’nun içinde yer alıyor. Medeni Kanun’a zaten bir saldırı yapıldı. İcra İflas Kanunu’nda çocuk teslimiyle ilgili düzenlemeler vardı, bu yürürlükten kaldırıldı. ‘Çocuk, artık teslim edilecek bir nesne olmaktan çıkacak’ diye söylediler. Ama çok göstermelikti ve çocuk hala alınıp verilen bir nesne durumunda. Üstüne yeni düzenlemeyle, çocuğun bırakıldığı kişi, çocuğun kişisel ilişki kurmasını engeller, üstüne düşeni yapmazsa velayetin ondan alınabileceği konusunda bir ihtar gönderileceği ifade ediliyor. Bu kadınlara yönelik bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü kadınlar, çoğunlukla boşanma sonrasında eski eşlerinin ısrarlı takip ve tacizine maruz bırakılıyor. Burada sadece kadın değil çocuk da şiddetin mağduru oluyor. Kişisel ilişki kurulması konusunda Aile Mahkemesi’nin verdiği kararın her hafta mutlak biçimde yerine getirilmesi, uygulanması kadın ve çocuk için bir takım tehlikeler içeriyor. Örneğin çocuğun rızası dışında görüşmeye zorlamak ya da kadının yaşamını tehlikeye atacak şekilde çocuğu getirmeye zorlamak, bunlar kabul edilemez. Kadının yaşadığı şiddet, içine düştüğü tehlike hiçbir şekilde dikkate alınmadan 5’inci Yargı Paketi’nde kadına sürekli sopa sallama amacı vardı.
 
Nafaka, yine Türk Medeni Kanunu’nun Aile Hukuku içinde yer alan bir düzenleme. Yoksulluk nafakası, iştirak nafakası ya da evlilik sırasında ödenen nafaka ve mal rejimleri yine Aile Hukuku içinde yer alıyor. Bunlar dışında, hâlâ var olan bazı düzenlemelerimiz uygun değil. Bunların düzeltilmesini istiyoruz. Örneğin hâlâ çocukların evlendirilmesine izin veren düzenlemeler Medeni Kanun’da yürürlükte. Biz, çocukların 18 yaşından önce evlenmesine izin veren düzenlemelerin yürürlükten kaldırılmasını istiyoruz. Ama aksine, 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’la elde edilen kazanımlarımız yok edilmeye çalışılıyor. Bunlardan biri nafaka, diğeri boşanma.
 
Söz konusu pakette boşanmaya ilişkin nasıl düzenlemelerin olacağına dair kaygılar var?
 
 
 Bu mesaj verilmeye çalışılıyor. ‘Eğer sen hakkını arar, itiraz edersen o zaman ortada kalırsın’ deniliyor. Devlet, çeşitli araçlarla ‘Nafakayı keserim, boşanmayı hızlandırırım’ diyerek sürekli kadına şiddete boyun eğme mesajını veriyor.
 
Boşanmayı hızlandırmaya, kolaylaştırmaya, jet hızıyla boşanma prosedürü geliştirmeye yönelik düzenleme yapmalarından kaygı duyuyoruz. Boşanmada yargılama devam ederken, karar kesinleşinceye kadar aile konutu ihtiyaç duyan kişiye özgülenebiliyor. Yani konut erkeğin mülkiyetinde olsa bile sadece kadın ve çocukların oturması şeklinde Aile Mahkemesi tedbir kararı alabiliyor. Boşanma kararı kesinleştikten sonra mülk sahibi olmayan kişinin oradan çıkması gerekiyor. Oysaki kaynak olarak gösterilen İsviçre Medeni Kanunu’na göre hakimin, boşanma sonrasında da aile konutunu ihtiyaç duyan kişiye-kadına özgülemesi mümkün kabul edilmiş. Ama bu düzenleme Türk Medeni Kanunu’na alınmamış. O yüzden, şu anda boşanmak üzere olan kadınların yaşadığı ciddi bir tehlike var; evsiz kalmak. Kadınlar barınma problemi yaşıyorlar. Bu durumu da düşünürsek, ‘Biz boşanmayı hızlıca çözelim, karar kesinleşsin malvarlığı sorunları sonra çözülsün’ demek kadını şiddete boğun eğdirmeye yönelik bir girişimdir. ‘Sen haline razı ol, şükret, itiraz etme boşanmaya da çalışma’ demektir. Bu mesaj verilmeye çalışılıyor. ‘Eğer sen hakkını arar, itiraz edersen o zaman ortada kalırsın’ deniliyor. Devlet, çeşitli araçlarla ‘Nafakayı keserim, boşanmayı hızlandırırım’ diyerek sürekli kadına şiddete boyun eğme mesajını veriyor.
 
Boşanma yargılamasında, Medeni Kanun’a göre taraflardan birinin kabulü hakimi bağlamaz. Ya da anlaşmalı boşanma yoluna gitseler bile o protokolü hakimin uygun bulması gerekiyor.  Çünkü yasa koyucu, aile ilişkilerinde kişilerin tam özgür iradeyle hareket edemediklerini, tam anlamıyla özerk olamadığını gözetmiştir.  Bu nedenle yasa koyucu, kişilerin istismar edilebileceğini, zor durumda bırakılabileceğini, baskı altında bu anlaşmaların yapılabileceğinin farkındadır. Anlaşmada sorun yoksa boşanmaya karar verilmesi uygundur. Anlaşmalı boşanma yoksa daha ayrıntılı incelemenin yapılması gerekiyor. Kimse kimseyle evli kalmaya zorlanmamalı ama bunun da yolu birinin sözüne de bırakılmamalı, güvencesiz hale getirilmemelidir. Çünkü aile ilişkileri bir yerde kişilerin hayatlarını ipotek altına alıyor. Onun özgürlüklerini kullanmasını engelliyor, yükümlülükler altına sokuyor. Bu kadar hayatını ciddi etkileyen bir ilişkiden kurtulmanın çok kolay olmaması gerekiyor.
 
Boşanmayı arabuluculukla mı çözmeyi planlıyorlar?
 
 
 Bu, kadının yaşadığı ekonomik şiddeti görmezden gelmek anlamına geliyor, arabulucuyla yaşanacak problemler de göz ardı ediliyor. İstanbul Sözleşmesi’nde de şiddet halinde zorunlu arabuluculuğa başvurulması yasaklanmıştır.
 
Hayır, boşanma davasını arabuluculukla çözmeyi planlamıyorlar. Sadece boşanmanın sonuçlarını örneğin malvarlığıyla ilgili tazminat, nafaka ve mal rejiminin tasfiyesi konularını arabulucuya bırakmayı hedefliyorlar. Onun için de malvarlığıyla ilgili sonuçlar ve boşanmanın kendisini ayırmak istiyorlar. ‘Boşanmayı hızlıca çözelim bitirelim sonra malvarlığı konuları arabulucuyla çözümlensin’ gibi bir formül geliştiriyorlar. Bu da çok tehlikeli. Bu, kadının yaşadığı ekonomik şiddeti görmezden gelmek anlamına geliyor, arabulucuyla yaşanacak problemler de göz ardı ediliyor. İstanbul Sözleşmesi’nde de şiddet halinde zorunlu arabuluculuğa başvurulması yasaklanmıştır. Bu nedenle ‘Türkiye’de şiddet halinde arabuluculuğa başvurulmayacak’ deniliyor. Ama bu bir kandırmaca. Çünkü aile ilişkilerinde şiddetin olmadığını belirlemek neredeyse mümkün değil. Türkiye’deki aile yapısında son ana gelmeden zaten kişiler boşanma davası açmıyorlar. Bardağın taşması demek zaten o ilişkinin şiddetle örülmesi demektir. Orada fiziksel ya da psikolojik, ekonomik şiddet gerçekleşmiş olabilir. Ama bu olayların çoğu zaten örtülüyor, yargıya yansımıyor. Kişiler bazen aile, toplum baskısından ya da kendilerine öğretilenlerden dolayı utandıklarından paylaşamıyorlar ya da kanıtlayamıyorlar. Görünüşte şiddet yok ama aslında var. Böyle bir toplum yapısında Aile Hukuku’nda ‘arabuluculuğa şiddet olmadığında başvuracağım’ demek ya şiddeti anlamak ya da ‘umursamıyorum’ demektir. Getirmeye çalıştıkları çözüm gerçekçi değil.
 
Bahsettiğiniz tüm değişiklikler sizin de anlattığınız gibi Medeni Kanun’u doğrudan etkiliyor. Kadınların en önemli kazanımlarından olan Medeni Kanun’un hedef alınması kadınların hayatlarını nasıl etkileyecek?
 
Kadınların daha çok yalnız kalmasına, korku duymasına neden olacak. ‘Kadınlar boşanmasın, evli kalmaya devam etsin’ diyorlar. Ben de diyorum ki; devlet kadınların boşanması ya da boşanmamasıyla çok da ilgilenmiyor kadınların boyun eğmesiyle ilgileniyor. Bir erkeğe, iktidara, patriarkal otoriteye boyun eğmesini istiyor. Kadın boşandığında da ekonomik anlamda güçlü olmasın isteniyor. Örneğin; yine baba evine dönmek zorunda kalsın isteniyor. O nedenle ‘Biz size sadaka gibi bir para verelim, siz bununla oturun’ deniliyor. ‘Siz nafaka alarak çalışmak istemiyorsunuz’ deniyor. Zaten çalışamadığı için nafaka alıyor. Öte yandan aldığı nafaka tüm ihtiyaçlarını da karşılamaya yeterli değil. Genellikle bağlanan nafaka tutarları 300-400 TL tutarında. Bununla kimse ‘Ben çalışmayayım da bu nafakayla günümü gün edeyim’ diyemeyecektir zaten. Kısacası kadınların daha da yalnızlaşmasına, şiddetle mücadele konusunda çekingen bir tutum sergilemesine neden olacaktır.
 
 Özellikle yoksulluk nafakasında yeni düzenlemelere gidilmesi her gündeme geldiğinde kadın örgütlerinin mücadelesiyle geri adım atıldı. Medeni Kanun’un hedefte olduğu bu günlerde nasıl bir mücadele vermek gerekiyor?
 
 
Medeni Kanun’un bütüncül bir saldırı altında olduğunu anlıyoruz. Bu da ‘Eşitlik yoktur’ demekle, toplumsal cinsiyet eşitliğine düşmanca bir yaklaşımla başladı. Medeni Kanun’un özü, kadın erkek eşitliğine dayanıyor. 
 
Henüz ortada bir metin yok. Ama metin ortaya çıktığında da artık Meclis etkisiz hale getirildiği için geç kalmış oluyoruz. O nedenle EŞİK, önceden hareket etmeye çalışıyor. Bu konuda toplumu bilinçlendirmeye, tehlikelerle ilgili uyarmaya ve tetikte olmaya davet ediyor. Medeni Kanun’un bütüncül bir saldırı altında olduğunu anlıyoruz. Bu da ‘Eşitlik yoktur’ demekle, toplumsal cinsiyet eşitliğine düşmanca bir yaklaşımla başladı. Şiddetle mücadele konusunda ‘Biz merhameti kullanalım, Diyanetle çözelim’ gibi yaklaşımlarla devam etti. Medeni Kanun’un özü, kadın erkek eşitliğine dayanıyor. Bireylerin, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin özel ya da aile ilişkilerinde özgür olmasını hedefleyen ve bu konuda kazanımları güvence altına alan bir kanun. Bu kanunun hedeflendiğini görüyoruz. Laiklikle de önemli bir bağı var. Kanunun genel gerekçesinde laiklik, uzun uzun anlatılır. Medeni Kanun’u savunmak laikliği savunmak anlamına geliyor. Bu nedenle sıkı sıkı sarılmalıyız. Biraz taviz verdiğimizde bu mücadeleyi kaybedeceğiz. Şiddetin bu kadar arttığı bir ortamda gerçekten kadınlara karşı açılan bir savaş olduğunu hissediyorum.
 
MA / Zemo Ağgöz