Başaran: Çözümün adı kadınlardır

  • kadın
  • 09:00 24 Aralık 2021
  • |
img

ANKARA - Erkek-devlet ittifakına karşı kadınların çözümün diğer adı olduklarını gösteren bir yılı geride bıraktıklarını belirten HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, “Sadece mücadele değil başarıyı hedefleyeceğimiz bir yıla giriyoruz” dedi.

2021 yılı boyunca en fazla saldırı kadınların kazanılmış haklarına yönelik gerçekleşirken, en büyük direnişlerden biri de kadın mücadelesi oldu. Farklı kesimlerden kadınların “21’inci yüzyıl kadın yüz yılı olacak” sloganı etrafında kenetlendiği yılda, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi de “çoklu krize karşı çoklu mücadele” tespitiyle yıl boyunca alanları boş bırakmadı. “Kadınlar İçin Adalet”, “Kadın Yoksulluğuna Hayır” ve “Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçe” gibi çalışmalarıyla binlerce kadınla bir araya gelen HDP’li kadınlar, tespitini yaptığı sorunlar üzerine tartışmalar yürüttü. Yeni yılda tespiti yapılan sorunlar için somut adımlar atmayı planlayan kadınlar, yıl boyunca farklı kadın kurumlarıyla yapılan istişareleri de yeni yıla taşımayı hedefliyor. 
 
HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran’a mücadeleleriyle erkek egemen sisteme karşı direnişe öncülük eden kadınların bir yılını sorduk. 
 
 
2021 yılını geride bırakıyoruz. Yıl boyunca kadınlar ne tür direnişlere ev sahipliği yaptı? Gündemlerinde neler vardı, buna karşı hangi politikalar yürütüldü? 
 
2021, kadınlar ve toplum açısından gündemlerin yoğun olduğu bir yıldı. Tüm toplum açısından her şeyin açığa çıktığı bir yıldı. Faşizmin en görünen yüzünün yaşandığı, toplumun en derin yoksulluğu ve ekonomik krizi yaşadığı, diplomatik krizlerin yaşandığı bir yıl oldu. “Çoklu kriz” değerlendirmemizin somutlaşmış haliydi 2021 yılı. Pandemi sürecinden geçiyoruz, kadın kazanımları hedef alındı, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı çıkıldığı ilan edildi. Savaşın derinleştiği, kadın bedeninin savaş alanı haline getirildiği bir yıldı. Tecavüzün nasıl bir savaş aracı haline geldiği İpek Er de Hakkari ve Van’daki pratiklerde açığa çıktı.
 
Kadınlar cephesinde çokça acının da yaşandığı bir yıl oldu. Erkek-devlet şiddetinin nasıl bir ortaklık, ittifak halinde olduğunu da somut örnekleriyle yaşadık. Deniz Poyraz tam da böyle bir örnekti. Politik bir cinayetti. Tüm kadınlara verilen bir mesajdı. Yine kadınların tanımadığı kişiler tarafından sokak ortasında katledilmesi, erkek ve devletin nasıl bir ittifak geliştirdiğinin kanıtıydı. Yine Yargıtay’ın özsavunmasını gerçekleştiren kadınlar hakkında verdiği kararlar, davalarda erkeklere verilen indirimler, kadın mücadelesi yürütenlere neredeyse müebbette varan cezaların verilmesi…
 
 Bu politikaya karşı kadınlarda nasıl bir netleşme ortaya çıktı? 
 
 2021, kadın ve Kürt düşmanlığının gün yüzüne çıktığı bir yıl oldu. Ayrıca kadınların Türkiye muhalefetinin en büyük öncü gücü olduğu da aleni biçimde gösterildiği bir yıl oldu.
 
Evet, 2021 aynı zamanda netleşmelerin de ortaya çıktığı bir yıldı. Bu iktidarla artık yol yürünmez, bu iktidar toplumun ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetini çoktan yitirdi. Bir dönem daha geniş bir yelpazede bir kitleyle temas eden bu iktidar, şimdi kendi içine kapanan, rantı daha dar bir çevreyle paylaşan, savaş üzerinden kendini var etmeyi hedefliyor ve bunu 2023 hedeflerinde aleni bir biçimde ifade ediyor. Aslında kadın ve Kürt düşmanlığını ilk günden beri yürütüyordu ama 2021, bu politikaların gün yüzüne çıktığı bir yıl oldu. 2023 hedefinde de demokratik cumhuriyet değil, tekçi rejimin ve faşizmin inşası amaçlanıyor. Bu amacın içinde kadının, Kürt’ün, emekçinin olmadığı bir inşa var. Ama tüm bu karanlığın içerisinde aslında umut veren de çokça gelişme yaşandı. Öncelikle kadınlar ve toplumun tamamı, bu iktidardan bir beklentileri kalmadığı için mücadelelerini büyüttüler. Bir araya gelişlerini artırdılar, seslerini daha cesur bir biçimde ifade ettiler. Kadınlar, alanı, sokağı terk etmemişti, Türkiye muhalefetinin en büyük öncü gücüydü. Ama bu yıl, bunun da aleni biçimde gösterildiği bir yıl oldu. 
 
Size bunu düşündüren neler yaşandı bu yıl?
 
İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilme kararına karşı verilen refleksler, 8 Mart’ta kadınların binlerle sokağa çıkışı, 25 Kasım’da yine tüm kadınların engellemelere rağmen bir araya gelişi, buna bir cevaptır. Kadınların çözümün diğer adı olduklarının çok açık bir biçimde ortaya çıktığı yıl oldu. Geri adım atmayan kadınlar, iktidarın kurmak istediği rejimin önündeki en büyük engel. Kadınlar, kendilerine 2023 yılı hedeflerinde verilen rolü kabul etmiyor, mücadele ediyor ve isyanını yükseltiyor. 8 Mart ve 25 Kasım özellikle nasıl birleştiğimizin göstergesiydi. Sadece fiziki birleşme değil, çok farklı kadın yapılarının ortak tartışma yürütmeden tek slogan etrafında sokağa çıkması tesadüfi değildi. İsyanla, mücadele kararlılığıyla kadınlar sokağa çıktı. Ruhen ve fikren de kadınların ortaklaşmasının sağlandığı bir yıl oldu.  
 
Başlattığınız “Kadınlar İçin Adalet” ve “Kadın Yoksulluğuna Hayır” kampanyanız neredeyse yılsonuna kadar sürdü. Bu kampanyalarla neler açığa çıktı?
 
İsminde adalet olan bir parti adaletsizliğin nedeni haline gelmiş durumda. Tarihsel olarak aslında kadın ve adalet kavramı çokça bir araya gelmiyor. Kadınlar için neredeyse unutulan bir erdem. 
 
Büyük ekonomik krizin yaşandığı bir yıl olduğu için biz de HDP Kadın Meclisi olarak bir kampanya yürüttük. Uzun erimli bir kampanyaydı. Onlarca şehirde yüzlerce kadınla bir araya geldik. Onlarca kadın kurumuyla istişareler yaptık ve gerçekten uzun süredir AKP’nin yürütmüş olduğu politikaların kadına yansıma biçiminin yoksulluk, sömürü olarak geri döndüğünün tespitini yaptık. Türkiye’de toplam bir adaletsizlik hali var ve işin ironik tarafı, isminde adalet olan bir parti adaletsizliğin nedeni haline gelmiş durumda. Toplumun yüzde 99’una sorduğunuzda herkes bir şekilde adaletsizliğin olduğunu kabul ediyor artık. Biz de kampanyamızda ayrıca kadınlar için adalet meselesini gündemimize aldık. Çünkü tarihsel olarak aslında kadın ve adalet kavramı çokça bir araya gelmiyor. Kadınlar için neredeyse unutulan bir erdem. En nihayetinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı kadınlar, büyük ekonomik buhran içerisinde. Herkes yoksul ama kadın yoksulluğu artık toplam yoksulluğu çok çok aşan bir noktada. Bu nedenle kampanyamızın ikinci etabı ‘Kadın Yoksulluğuna Hayır’ı başlattık. Farklı kesimden kadınla bir araya geldik. Biz yoksulluk için yola çıktık ama kadınların tarlalarda, fabrikalarda güvencesiz, sömürü zeminine uygun alanlarda çalıştıklarını gördük. Yarı zamanlı, güvencesiz, merdiven altı iş yerlerinde kadınlar çalışıyor. 
 
 Kampanyalar sonucunda hangi tespitlerde bulundunuz ve ortaya çıkan sonuç neydi?
 
Kampanyamızda ortaya çıkan sonuç şuydu; iktidar kadına biçtiği rolü gerçekleştirebilmek için sistematik ve bilinçli bir şekilde kadını yoksullaştırma politikası yürütüyor. Sosyal yardımlarla kendine muhtaç etme, bağlama siyasetini kadınlar için yoğun işlettiğini görüyoruz. Bir diğeri, kadınların yaşadıkları yerde karınlarını doyuramadıklarının somut tespitini yaptık. Bunu raporlaştırdık ve en nihayetinde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe çalıştayı ile çalışmamızı tartışarak ne yapılabiliri konuştuk. Sadece sorunları dinlemedik, tespit yapmadık, tüm kadın kurumlarıyla yaptığımız buluşmalarda çözümü de çokça konuştuk. Ama öncelikli çözüm, bu iktidardan kurtulmak. Çünkü iktidarın tüm politikaları, kadın yoksulluğunu besliyor. Tüm aygıtlarıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliği yaratıyor ve bunun faturasını da kadınlara çıkarıyor. Tepede Cumhurbaşkanı ‘kadın erkek eşit değil’ diyor, aşağı indiğinde ‘eşit değilsiniz eşit ücret alamazsınız’a geliyor mesele. ‘Fıtraten eşit olmamak’ aslında kadınlar, ‘güçsüzmüş’ algısı yaratıyor ve yoldan geçen bir erkek tarafından güçsüz görülüp katledilebiliyor. İktidarın söylemlerinin bu meseleyi çokça beslediğini görüyoruz. 
 
 Kürt sorununun demokratik çözümünde, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasına dair kadınların sözleriyle ve mücadeleleriyle özne olarak sürece dahil olduklarına tanıklık ettik. Kadınların, Kürt sorununun çözümü ve tecridin kaldırılmasına dair ısrarını nasıl okumak gerekiyor?
 
Sadece Türkiye açısından değil dünya pratiklerinde savaş süreçlerini ele aldığınızda bu süreçlerin en fazla etkilenenin kadınlar olduğunu görüyoruz.  Ekin Wan’da verilen mesaj; bir kadın bedenin çıplak bir biçimde teşhiri, Paris’te 3 kadının katledilmesi, İpek Er, Gülistan Doku gibi onlarca örnek ve en son cezaevinde cinsel saldırı ve işkenceye uğradıktan sonra şüpheli bir biçimde yaşamını yitiren Garibe Gezer, Deniz Poyraz’ın katledilmesi... Bunlar, iktidar egemenliğini kurarken ilk hedefinin kadınlar olduğunu gösteren meseleler. Savaşın ilk hedefi kadınlar oluyor, kadın bedeni üzerinden topluma bir şekilde mesaj verilmeye çalışılıyor. Bununla beraber savaşın yarattığı atmosferin de faturası kadınlara çıkarılıyor. Militarizmi besleyen en önemli öğelerden biri cinsiyetçiliktir. 
 
Kadınların, kendilerini bu kadar etkileyen sürecin dışında kalması söz konusu değil. Tecrit, yaşamlarımız üzerinde net bir etki yaratıyor. Tecrit, 1999 yılından bu yana uluslararası güçlerle ortak bir biçimde, Kürt sorununun demokratik çözümünü almamak, yeni Türkiye’de Kürtleri statüsüz, kimliksiz bırakmak için yürütülen politikanın bir parçasıdır. Tecrit, Ortadoğu’da halkların bir arada yaşaması, geleceklerini ortak belirlemesi ve yeni bir modelle yeni yüzyıl inşa etmesini engellemek için derinleştiriliyor. Tecritle yapılmak istenen Ortadoğu’da halkları sürekli birbirine kırdırma politikasıdır. Sayın Öcalan, bunu cezaevinde yaptığı görüşmelerde de ifade etmişti. Rojava’da ortaya çıkan modelle uluslararası komployu boşa çıkardığını ifade etmişti. Bu nedenle, kadınlar açısından hem tecride karşı, hem de savaş politikasının hayatımızın tüm alanlarına sirayet etmesine karşı mücadele 2021’de de 2022’de de sonuç alınana kadar devam edecek. 
 
Erkek-devlet şiddetinin en güncel halini Garibe Gezer’in ölümünde gördük. Yıl boyunca aslında kadınlar neredeyse tüm eylemlerinde erkek-devlet şiddetine dikkati çekiyordu, nerede eksik kalındı, erkek devlet şiddetini teşhir etmenin ötesinde neler yapmaya ihtiyaç var? 
 
 İktidar şu an fiili bir idam rejimi uyguluyor. Göz göre göre ATK’nin, Adalet Bakanlığı’nın ve medyanın da içinde olduğu bir organizasyonla cezaevlerinde politik tutsaklar ölüme terk ediliyor.
 
Verilen tepkiler yeterli olmuş olsaydı, daha başka bir şeyi tartışıyor olurduk. Evet, büyük refleks ve itiraz var ama bu itirazı büyütmeye ihtiyacımız var. Çünkü iktidar, cezaevlerinde düşman hukuku uyguluyor. Garibe’ye ve cenazesine yaşatılanlar aslında bize net veriler sunuyor. Toplumsal vicdanın artık net bir biçimde harekete geçmesi gerektiğine inananlardanım. Çünkü Garibe’ye yaşatılanlar yetmedi ve düşmanlık cenazesinde de devam etti.  İktidar şu an fiili bir idam rejimi uyguluyor. Göz göre göre ATK’nin, Adalet Bakanlığı’nın ve medyanın da içinde olduğu bir organizasyonla cezaevlerinde politik tutsaklar ölüme terk ediliyor. Bu ne uluslararası ne de Türkiye hukuk sistemiyle tanımlanır. Hiçbir inanç, ahlak ve hukukta böyle bir uygulamanın yeri yoktur. Garibe bunun bir örneği ve Aysel Tuğluk’a yapılan da aynısı. Ankara’nın göbeğinde bir annenin cenazesi mezardan çıkarıldı. Biz çokça faillerin devletin toplam konsepti olduğunu gördük. 
 
 Yılın sonuna doğru geldiğimizde yeni bir rejimin inşa tartışmaları da başladı. Kadınlar, bu tartışmanın neresinde? 
 
Kadınları yok sayan, metalaştıran, iradesizleştiren, aile içerisine sıkıştıran bir rejim söz konusu. Kadınlar bu rejimi benimsemiyor, kabul etmiyor ve iktidar da güç kaybediyor. Bence 2021’in en somut meselelerinden biri de iktidarın dağılması, çözülmesi ve kendi içinde bir kaosu yarattığını görmek oldu. Toplumsal desteğini kaybeden, içte paylaşım savaşlarının daha da derinleştiği bir süreci yaşıyor. Kadınların ise çok net talepleri var. İrade olduğu, kadın özgürlükçü perspektifin benimsendiği, yarısı olduğu toplumun her alanında bu oranda söz ve karar sahibi olabileceği yeni bir demokratik Türkiye talepleri var ve bunun mücadelesini veriyor. Nasıl bir model olacağı tartışılır ama kadınlar, artık irade olarak görünmedikleri hiçbir rejimi kabul etmiyorlar. Bu nedenle tek adam rejimi karşısından en fazla mücadele veren ve yeni yaşam inşasını yapan da kadınlar.  
 
 Peki kadınlar verdikleri bu mücadeleyle nasıl bir kararlılıkla yeni yıla giriyor ve hedefleri ne olacak?
 
 2022’de yeni Türkiye inşasında öncülüğü de alarak daha demokratik, özgürlükçü, ekolojik bir perspektifle bunun adımlarını öreceğiz.
 
Tabi ki mücadele. Kadınlar açısından neredeyse kesintisiz mücadele süreçlerini yaşadık ama sadece mücadele değil başarıyı da hedefleyeceğimiz bir yıla giriyoruz. Kazanımlarımızı korumak konusunda zaten kararlılığımız çok net ama sadece kazanımlarını koruyan bir yerde durmayan bir taraftan da yeninin inşasını güçlendiren ve yer alma kararlılığını da gösteren bir tavırla 2022’ye giriyoruz. Kadınların içerisinde olmadığı hiçbir oluşum desteklenmeyecek. Kadınların içerisinden olmadığı hiçbir oluşum demokratik değil. Yeni demokratik bir Türkiye olamaz. Bu açıdan 2022’de yeni Türkiye inşasında öncülüğü de alarak daha demokratik, özgürlükçü, ekolojik bir perspektifle bunun adımlarını öreceğiz. Çokça tartışılan demokrasi ittifakı var ama biz kadınlar cephesinden ittifakımızı dayanışmamızı da büyüteceğimiz bir yıl olacak. Kadınların dayanışma ve ittifakıyla da tekçi faşist rejimi alaşağı ederek, özgür bir yaşamı kuracağımıza da inanıyoruz. 
 
MA / Zemo Ağgöz