Maden şirketlerini durduracak hukuki mekanizma yok

img

İZMİR - Doğayı tahrip eden adımlarla paralel olarak çevre hukukunda ciddi bir gerileme yaşandığını belirten avukat Arif Ali Cangı, Meclis’ten geçirilen düzenlemelerle özellikle maden şirketlerinin artık sınır tanımadığını söyledi.

Doğrudan doğayı hedef alan projelerle Türkiye'nin bütün bölgelerinde geri döndürülemez bir çevre tahribatı yaşanıyor. Bu durumun önüne geçmek için başvurulan çevre hukukunun işletilmesi konusunda ise son yıllarda geriye gidiş sözkonusu. Avukatların ekolojik talana yol açacak plan veya projelere karşı açtıkları davalar, çok hızlı bir şekilde olumsuz sonuçlanabiliyor. Yine Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporları, yapılmak istenen plan ve projelere ters düştüğünde tam tersi yönde yeniden hazırlanabiliyor. 
 
Çevre hukuku alanında önde gelen isimlerinden biri olan avukat Arif Ali Cangı, ekolojik talana karşı Türkiye’deki mevcut yasa ve mevzuatların yeterliliği ile bu konudaki hukuksal mekanizmaların değerlendirdi. 
 
Sanayi devriminin yarattığı çevre tahribatından kaynaklı insanlığın, çevre hukukuna ihtiyacı olduğunu belirten Av. Cangı, buna bağlı olarak yine pek çok uluslararası sözleşmenin hazırlandığını dile getirdi. Türkiye'nin bu uluslararası sözleşmelerin çoğunda imzacı olduğunu söyleyen Cangı, Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası gereğince altına imza atılan bu sözleşmelerin uygulanması gerektiğini kaydetti.
 
Türkiye'ye çevre hukukunu, İzmir Çevre Avukatları Grubu’nun kazandırdığını ifade eden Cangı, “Türkiye'nin çevre hukuku açısından mevzuatında hiçbir açık yoktu. 1990'lı yıllarda Çevre Kanunu, ÇED yönetmelikleri ile beraber mevzuat tamamlandı. Uygulanabildiğinde çevrenin korunması sağlanabilirdi" dedi. 
 
ÇEVRE HUKUKU 
 
Çevre hukukunun, bir haklar manzumesi ve gelecek kuşaklara ait haklar olmasından ötürü gelişmesi gereken bir hukuk dalı olduğunu vurgulayan Cangı, Danıştay'ın ‘Bergama kararı’nı örnek gösterip, bu kararda siyanür liç yöntemiyle altın madeni işletilmesinin çevre ve insan sağlığına risk oluşturduğu, bu riski hiçbir önlemin engelleyemeyeceği, dolayısıyla da kamu yararına aykırı olduğunun altı çizildiğini kaydetti. 
 
Av. Cangı, "Bu karar aslında bir ders niteliğinde. Sadece Türkiye için değil, başka ülkeler için de böyle. Örneğin; Yunanistan Danıştay’ının emsal aldığı bir karar oldu. Bu aslında çevreyi korumak için gerekirse kalkınmanın engellenebileceğini gösteriyor" diye konuştu. 
 
TAHRİBATIN KILIFI
 
Tüm dünyada ve Türkiye'de 2000'li yılların devamında uygulanan neoliberal politikaların, çevreyi etkilediğini vurgulayan Cangı, şunları belirtti: "Kapitalizmin kendi krizinden çıkmak için 'sürdürülebilir kalkınma' diye bir anlayış kabul edildi. Bugün tüm ekolojik tahribatın kılıfı, sürdürülebilir kalkınmadır. Özellikle 2007'den sonra gerek hükümet uygulamaları, gerek idari düzenlemeler bakımından ciddi gerilemeler yaşandı. Oysa Anayasa’da çevreyi korumak her yurttaşın görevi olarak sunuluyor. Yurttaş açısından bu görev sadece kirletmemek değildir, kirleteni de önleme görevidir." 
 
YENİ DÜZENLEMELER 
 
Av. Cangı, Bergama kararından sonra altın madeni açmak isteyen şirketlerin mevzuatın değiştirilmesi yönündeki talepleri sonucunda Meclis’ten yeni düzenlemelerin geçirildiğini ifade etti. Böylece hiçbir sınırlama yapılmaksızın madenlerin açılabildiğini söyleyen Cangı, "Bergama kararını veren Danıştay ve idari yargı, geldiğimiz aşamada bu konularda dava açılmaması, açılan davaların bir an önce olumsuz sonuçlanması için her şeyi yapıyor. Örneğin; 'çevre tahribatı yapılan bir yerde oturmuyorsanız, oradaki faaliyeti durdurmak için dava açma hakkınız yok demeye' kadar vardı. Oysa çevre kirliliği sınır tanımaz, herkesin itiraz etme hakkı var" diye belirtti. 
 
EKOLOJİK DENGE 
 
Ekolojik dengenin tahrip edilmesinin yol açtığı sonuçlara dair en yakın tehlike olarak pandemiye işaret eden Cangı, "Doğayı kendi metalarınız için sömürmeye kalkarsanız, gelinen nokta bu olur. Yaban hayata hiçbir zararı olmayan bir virüs, insanlığı teslim almış durumda. Bu doğaya sınırsız müdahale sonucunda olan bir şey. Doğaya hakim olma politikalarından vazgeçerek, doğayla barışık bir yaşamı kurmak zorundayız. Ekonomimiz, siyasetimiz, toplumsal hayatımız, bireysel hayatımız ve hukukumuz ekolojik olmak durumunda" diye konuştu.
 
DOĞA UYARIYOR 
 
Doğanın bir başka uyarısı olarak İzmir’i son dönemde art arda vuran depremlere değinen Cangı, "Samos depremi Bayraklı'yı vurdu. Burası eskiden körfezdi, alüvyonla dolan bir yerdi. Balçıklı olan bir yeri yapılaşmaya açarsanız, istediğiniz kadar sağlam bina yapın, o bina risklidir. Samos depreminde bunları yaşadıysak, İzmir depreminde çok ciddi sonuçlarla karşılaşırız" ifadelerini kullandı. 
 
Yine İzmir’in su havzasında faaliyet gösteren altın madeni işletmelerinin ağır metal kirliliğine yol açtığını kaydeden Cangı, "Yerel yönetimlerin yetkileri alınmış olabilir ama madene karşı bir duyarlılık geliştirilirse İzmir halkı madeni durdurur. Madenci de çalışmaya cesaret edemez. Gaziemir’de 13 yıl önce tespit edilen eski kurşun döküm fabrikasının bahçesindeki tehlikeli atık ve radyoaktif maddeler halen temizlenemedi. İnsan eliyle yol açılan afetlere, çevresel tahribatlara karşı başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm İzmirliler karşı duyarlı olmalı" dedi.