ANKARA - Tıp Dünyası Dergisi'nin Mayıs sayısında tutsaklara dönük “çıplak aramaya" yer verildi. TCK'de "çıplak aramaya" dair açık maddenin olmadığına dikkat çekildi.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) bünyesinde yayınlanan aylık Tıp Dünyası Dergisi’nin Mayıs sayısında Türkiye cezaevlerinde yaygın bir biçimde uygulanan “çıplak arama”ya dikkat çekildi.
“Çıplak arama bir işkence yöntemidir” başlıklı yazıda, “güvenlik” gerekçesiyle istisnai olarak yapılması gereken “çıplak arama” uygulamasının Türkiye’de olağan, sistematik baskı ve tahakküm kurma aracı haline getirildiği kaydedildi.
TBB İnsan Hakları Kolu tarafından kaleme alınan makalede şunlar kaydedildi:
“Çıplak arama; fiziksel, ruhsal ve cinsel şiddet olmasının yanında bir de işkence olarak kabul edilmelidir. Mahpuslara, Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları’nda (Nelson Mandela Kuralları) da yer verildiği gibi ‘Aramalar(ın), insanlık onuruna ve aranılanların mahremiyetine saygılı olacak şekilde ve aynı zamanda ölçülülük, yasallık ve gereklilik ilkeleri çerçevesinde yürütülmesi’ gerektiği açıkça ifade edilmektedir.
AÇIK MADDE YOK!
En son 2016 yılında gözden geçirilen ‘Mahkumlarda Beden Aramalarıyla ilgili Açıklaması’nda Dünya Tabipleri Birliği de ‘zorla aramanın etik açısından kabul edilemezliğini’ vurgulamıştır. Anayasa’nın 17. Maddesinde kimseye işkence yapılamayacağını tanımlamış durumdadır. Türk Ceza Kanunu’nda ‘çıplak aramaya’ dair açık bir madde bulunmamaktadır.
Çağdaş Hukukçular Derneği Kadın komisyonunun cezaevlerinde yaptığı bir çalışmada kadın mahpusların; işkence görmediklerini ama çıplak aramaya maruz kaldıklarını ifade etmiş olmaları, çıplak aramayı bir işkence yöntemi olarak görmedikleri anlamına gelmektedir. Ayrıca çıplak arama uygulaması son zamanlarda özellikle kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelmiş durumdadır. Eril tahakkümün bir göstergesi olması açısından çarpıcı bir durumdur. 2021 yılında, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzükte bir değişiklik yapılmış, ‘çıplak arama’ ifadesi, ‘detaylı arama’ olarak değiştirilmiş, ek olarak ‘insan onuruna saygı gösterecek şekilde yapılmalıdır’ ifadesi ile her aramadan sonra tutanak tutulması gerektiği eklenmiştir. Mahpusları korumaya, zorla çıplak arama uygulamasını kaldırmaya yönelik herhangi bir eklemede bulunulmamış olması durumunun çıplak arama uygulamalarının eski haliyle devam etmesi konusunda ısrarcı olunduğunu göstermektedir.
RESMİ OTORİTELER REDDEDİYOR
Resmi otoriteler; Türkiye’de çıplak arama olmadığını iddia etmektedir. Hâlbuki gözaltına alınan insanların kıyafetlerinin tamamen çıkarıldığı, parçalandığı, onurlarının ayaklar altına alındığına dair, tanıklıklar, iddialar, ifadeler ve kazanılmış davalar kamuoyuna yansımış durumdadır. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun 2020 tarihli bir açıklamasında “çıplak arama ancak son çare olarak yapılmalı” demiş olması dolaylı yoldan varlığını kabul ettiği anlamına gelmektedir.
‘OLUMSUZ PSİKOLOJİK YANSIMALARA NEDEN OLUYOR’
Cezaevine girmenin başlı başına yüksek düzeyde stres içeren bir süreç olduğu bilinmekte iken sosyal bilişlerle de bağlantılı olarak, temel olarak hissedilen duygular korku eksenindedir. Bilinmeyenin korkusu hakim durumda iken, yapılan beden aramalarına ilişkin olması gereken detaylı bilgilendirmenin yapılmaması olumsuz psikolojik yansımalara neden olmaktadır.
Özellikle kadınlarda daha belirgin olan ve suçluluk ile de yakından bağlantılı olan kendinden utanma, sadece cezaevine koyulmanın getirdiği stigmatizasyonla ile sınırlı değildir. Ceza infaz kurumlarında uygulanan aramalar, özellikle çıplak aramalar mahkûmların kendilerine yönelik utanç, suçluluk, nefret yaşantılarını pekiştirmekte ve hatta arttırmaktadır. Kişilerin kendilerini ‘değersiz pislik parçaları’ olarak yaşantıladıklarını ifade ettikleri ve tutuklu olduklarının onlara sembolik olarak tekrar hatırlatıldığı çıplak aramalarda utanç ve küçük düşürülme de pekiştirilmektedir.
Cezaevlerine girişte uygulanan çıplak arama, birçok kişi için ‘özgür bir insandan’ ‘hapsedilmiş bir insana’ dönüştükleri ‘o anı’ temsil etmektedir. Sadece kıyafetlerin değil kimliklerin de soyulduğu, kişilerin otonom bireyler olarak değil homojen topluluklara dönüştürülmeye çalışıldığı bir tablo söz konusudur. Bir hükümlü maruz kaldığı ilk çıplak aramayı ‘derinden parçalara ayıran ve izole eden, öfkeli ve düşmanca bakışlar altında çıplak durduğu, varoluşsal olarak değersizleştirildiğini derinden hissettiği o an’ olarak tarif etmiştir.
Ayrıca rutin haline getirilen beden aramaları, gözetleme yoluyla baskı mekanizmasının kullanıldığı disiplinize etme, göz hapsinde tutma, cezalandırma ve korkutma işlevi de görmektedir. Üstelik ne sıklıkta yapılırsa yapılsın ‘alışmaktan’ söz etmek mümkün değildi. Tekrarlayan şekilde, menstürel döngüleri esnasında aramalara maruz kalan ve yasak olmasına rağmen squat pozisyonunda öksürüğe zorlanan, yine yoğun korku yaşayan ve istemsizce idrarını kaçıran mahkûmların utanç dolu olarak tarif ettikleri zor deneyimlerin korku ve insandışılaştırma atmosferi oluşturulduğunu göstermektedir.
Cinsel şiddette beden bütünlüğünün parçalanmasına, özgürlüğün ve kendi kaderini belirleyebilme hakkının ihlaline, çoğu zaman zorlama, kontrol etme, korkutma ve alçaltma eşlik etmektedir. Benzer şekilde çıplak aramalar esnasında dayatılan kontrol edici, kırıcı, alçaltıcı, güç yüklü ve rızanın devre dışı kaldığı pratikler çıplak arama ile cinsel aşağılama arasındaki ayırımın net şekilde koyulabilmesini engellemektedir.
Kadın mahpusların yarısından fazlasının cinsel ve fiziksel istismara maruz kalmış oldukları ve çıplak aramanın vücutları üzerinde kontrol ve güç kaybı, savunmasızlık, öfke, yardıma ulaşamama, korku, çaresizlik gibi geçmiş travmatik yaşantılarla bağlantılı imgeleri canlandırdığı hatta yenilerini oluşturduğu literatür bilgisi arasındadır.
Bu uygulamalar; geçmişte istismar eden ilişki kalıplarının ayrıca cezaevi dışında da özellikle kadınların toplumda deneyimledikleri sosyal kontrol mekanizmalarının yeniden onlara yansıtıldığı bir ayna işlevi de görmektedir (13,14). Çıplak aramaya maruz kalacak sıradaki kişinin kendileri olabileceğine dair korku, mahkûmları belirli bir şekilde ve çizgiye uygun davranmaya zorlayan sürekli bir tehdit kaynağı olup, özellikle kadınlar için ‘tecavüze uğramamak için erkek egemen gücün çizgisinden’ sapmamayı ve davranışlarını buna göre düzenlemeyi dayatan sosyal baskının bir simülasyonudur. LGBTİ+’lar için ise çıplak aramanın ifade ettiklerine yeni eklemeler yapılabilir. Özellikle trans kadınlar için çıplak arama, resmi ideoloji ile aynı çizgide olan ‘düzgün kadın’ imajının dayatıldığı bir araç haline gelmektedir. Çıplak arama doğası itibari ile rıza dışıdır. Özellikle ceza infaz kurumlarında, izolasyon/tecrit korkusu altında “verilmiş görünen rıza” sadece seçenek sunulduğu illüzyonu yaratmaktadır.
Açık bir şekilde çıplak aramanın cinsel şiddet ile pek çok ortak nokta içeriyor olması ve bu tarz eylemlerin daha zor dile dökülebilmesi/paylaşılabilmesi doğrudan örselenmenin etkisini arttırdığı gibi dolaylı şekilde adaletin sağlanmasındaki en önemli yol olan başvuru basamağını da ve ruhsal iyi oluşu da olumsuz etkilemektedir. 2021 yılında ‘çıplak arama’ uygulamasının ismi ‘detaylı arama’ olarak değiştirilmiştir. Çıplak aramanın “çıkarma, uzaklaştırma, boşluk, yitim, yoksunluk” gibi çağrışımları varken, ‘detaylı arama’ teriminin ‘bütün, tam, kapsayıcı, kusursuzluk’ çağrışımları çıplak aramanın güç merkezli, insandışılaştıran ve girici doğasını söylemsel manevra ile muğlaklaştırmaktadır. Bu dilsel ikilem (linguistic ambivalence) çıplak aramanın travmatik, cinsel şiddet oluşturan, ruh sağlığını olumsuz etkileyen, artmış madde kullanımına ve kendine zarar vermeye neden olan olumsuz etkileri ile arasına mesafe koymayı amaçlayan bilinçli bir girişim olarak değerlendirilmektedir.
Uygulamaya maruz kalanların çıplak aramaya dair algılarındaki merkezi kavramlardan biri de cezai gücün kullanımıdır. Bu noktada devlet koruması altındayken uygulanan ‘devlet-onaylı kontrol’ çıplak arama ve bu pratiği kuvvetlendiren ‘güç’ ile ilgili bir tartışmayı karşımıza çıkarmaktadır. Cezaevi personeli, yöneticiler ve ortamda otoriteyi temsil eden herkes çıplak aramayı uygulayan otoriter gücün temsili parçaları haline gelmektedir. Bu bağlamda çıplak arama sadece eylemi gerçekleştiren kişiyle sınırlı kalmayıp algısal perspektifte de çoklu aktörlerin yer aldığı bir uygulama haline gelmektedir.
Dahası, kadınların çıplak aranmalarında hiçbir zaman ‘tamamen çıplak olmadığı ya da cinsiyete spesifik arama’ gibi söylemler aramalara insancıl bir kılıf oluşturma işlevi görmekte ve mevzuatı problemsiz ve sunuma hazır göstermektedir.
Sonuç itibarıyla asimetrik güç dengelerinin olduğu ve rızadan bahsetmenin mümkün olmadığı bir zeminde, ölçülülük, yasallık, gereklilik ilkeleri çerçevesinde yapılmış olsa bile ruhsal etkileri bakımından cinsel şiddetle benzer özellikler gösteren mevcut beden arama yöntemleri ancak son çare olarak düşünülmeli ve yerini doğru ve eksiksiz kayıt sistemi altında daha insancıl alternatif teknolojik görüntüleme yöntemlerine bırakmalıdır.”