AMED - DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, "Meclis tatile girmeden bir inisiyatif oluşturulmalı. Aksi takdirde toplumun bu sürece ilişkin olan inancı zarar görür" dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti aracılığıyla açıklanan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” sonrası Kürt sorununun demokratik çözümü bağlamında yeni bir sürece girildi. Çağrının ardından 12. Kongresi’ni toplayan PKK, 12 Mayıs’ta kamuoyuna duyurduğu kongre kararlarında “Yeni değişim ve dönüşüm sürecine giriyoruz” diyerek, çalışmalarını sonlandırdığını duyurdu.
Gelişme üzerine açıklama yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Meclis’e ve siyasi partilere 100 kişilik komisyon kurulması çağrısında bulunurken, DEM Parti İmralı Heyeti’nin en son 18 Mayıs’ta görüştüğü Abdullah Öcalan mesajında, Kürt-Türk kardeşliğine vurgu yaparak, “Yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç var” dedi.
Kürt sorunun çözümünde yaşanan gelişmeler, yürütülen tartışmalar ve adı konmayan süreçte neler yapılması gerektiğine dair soruları Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır’a sorduk. DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır’ın Mezopotamya Ajansı’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
PKK, 5-7 Mayıs’ta kongresini gerçekleştirdi ve 12 Mayıs’ta yaptığı açıklamayla yeni döneme dair önemli mesajlar verdi. PKK’nin kongre kararları nasıl bir sürecin kapılarını araladı?
PKK’nin 12 Mayıs’ta duyurduğu kongre kararları dünya kamuoyunda, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin tarihi gelişmelere yol açtı. PKK’nin, Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısını destekleyici, güçlendirici açıklamaları ve kongre kararları Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü tarihi ve önemli bir eşiğe taşıdığını ifade edebiliriz. DBP olarak Kürt sorununun demokratik çözümü yönteminde PKK’nin kongresini ve alınan kararlarını tarihi değerde buluyoruz. Kürt meselesinin çözümü bağlamında gereken siyasal ve demokratik adımların atılması ekseninde çok belirleyici noktada duruyor. Elbette ki PKK’nin yapmış olduğu kongre ve kararları sonrası çözüme yönelik adımların gerekliliği bugün hem Kürt hem Türkiye kamuoyunda hem de dünya kamuoyunda tartışılır hale geldi. Bu anlamıyla bu sorunun demokratik ve barışçıl reformlarla, yasal ve anayasal değişikliklerle yapılması gerektiği tartışmaları var. Sürecin sürdürülebilirliğinin olması açısından vakit kaybetmeden hızlı bir şekilde yasal, Anayasal ve demokratik reformların hayata geçirilmesi gerekiyor. Özellikle devletin ve hükümetin bu anlamda biran önce kongre ve kararlarına karşı adım atması gerekiyor. Bugün tartışmamız gereken esas mesele artık kongre kararlarından sonra hükümetin ve devletin nasıl adım atacağına yönelik olmalı.
Devletin veya hükümetin adım atması için ne yapılmalı?
DBP olarak, halkın bu işin sahibi, öznesi olması açısından halkımızla bu süreci buluşturmak, halkın bu demokratik siyasal mücadele dönemini sahiplenip bu süreci ilerletecek yegane güç pozisyonuna getirme mücadelesi veriyoruz. Bu anlamıyla devleti ve hükümeti adım atmaya zorlayacak, o noktaya taşıyacak adımlar atarak toplumsal gücümüzü sahaya yansıtmalıyız.
İmralı Heyeti’nin son ziyaretinde Abdullah Öcalan mesajında, “Kardeşlik hukuku üzerinden yeni bir sözleşmeye ihtiyaç var” dedi. Bu sözleşme neyi tarifliyor?
Sayın Öcalan, meselenin çözümüne ilişkin tarihsel bir çerçeveyi ortaya koyuyor. İktidar ve devletlerin; halkların ve inançların aleyhine işletebileceği bir kardeşlik hukukundan ziyade somut, güvenceye kavuşturulmuş ‘toplumsal sözleşmeye’ kavuşturan yeni bir yol haritasını tarif ediyor.
Sayın Öcalan’ın kamuoyuna yansıyan mesajları bu meselenin çözümüne ilişkin tarihsel bir çerçeveyi ortaya koymuş durumda. Kendisi son mesajıyla hem kavramsal hem de tarihsel geçmişe atıfta bulunarak, sürecin çerçevesinin nasıl olmasına ilişkin önemli mesajlar verdi. Bunların en önemlisi elbette ki ‘kardeşlik hukuku’ üzerinden oluşturulması gereken yeni bir Toplumsal Sözleşme. Burada Sayın Öcalan, Kürt-Türk ilişkilerine tarihsel bir referansla, yaklaşık bin yıllık ilişkiye dayandırarak bu ilişkinin bugüne kadar tek yönlü ilerlediğini, Kürt veTürkiye’de yaşayan halkların aleyhine bir hukukun işletildiğini söylüyor. Bugüne kadar 600-700 yıldır sürekli olarak ifade edilen hala da Ümmet İslam’ına dayalı ‘kardeşlik hukuku’nun bu meseleyi artık çözemeyeceğine, duygusal kardeşlik kavramının ifade edilmesinin artık bu sürecin yükünü kaldırmayacağına dair referanslar vererek, kardeşlik hukukunun eşit yurttaşlık temelinde, yasal ve anayasal çerçevesinin yeniden çizmemiz gerektiğini söylüyor.
Dolayısıyla burada Kürt halkının eşit yurttaşlık taleplerinden tutalım siyasal, toplumsal, bir bütünen varlıksal haklarının tanınacağı, Anayasal güvenceye kavuşturulacağı bir Toplumsal Sözleşme’yi tarif ediyor. Bu şu anlama gelmektedir; tarihsel olarak bugün Kürt’ün ve Türkiye’deki halkların aleyhine sabote edilerek geliştirilen ‘kardeşlik hukuku’nu eşit hukuk ve Anayasal zemine oturtarak, bu meseleyi Toplumsal Sözleşme eksenine çevirerek, güvence altına almaya çalışıyor. Sayın Öcalan’ın özellikle siyasal ve toplumsal perspektifinin ne kadar güçlü, kapsayıcı olduğunu biliyoruz. Bu Toplumsal Sözleşme içerisinde yaşayan halklar, inançlar, kültürel yapıların tamamı kendi varlıklarını güvence altına alabilecek. İktidarların, hükümetin ve devletin dönemsel olarak bunu tek taraflı olarak halkların, inançların aleyhine işletebileceği bir kardeşlik hukukundan ziyade; daha somut, güvenceye kavuşturulmuş Toplumsal Sözleşmeye kavuşturan yeni bir yol haritasını tarif ediyor.
Çözüm ısrarını her fırsatta ortaya koyan Abdullah Öcalan, bu tarifi ilk kez mi yapıyor?
Sayın Öcalan’ın aslında 1993’ten bu yana Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin temel perspektifi bu yönlüdür. 93’te yaptığı açıklamalara baktığımızda Kürt sorununu etnik temelli bir ayrışmadan ziyade ‘eşit yurttaşlık’ temelli bir hukuk ekseninde çözmeye çalışan, bunu da yasal ve Anayasal güvence ekseninde çözüm tarifi söz konusu. Güncel gelişmeleri de içerisinde barındırarak, tarihsel gelişmeler ve olumsuz önlemlere de atıfta bulunarak, bu sorunun nasıl çözüleceğine, güvenceye kavuşturulabileceğine dair son görüşmesinde bu işi kavramsal çerçeveye oturtmuş oldu. Kardeşlik hukuku temelinde, yeni bir Toplumsal Sözleşme ekseninde Kürt sorunun demokratik ve barışçıl barışını sağlayabiliriz. Tabi ki ‘Kültürel soykırım kıskacında Kürtler’ adlı son savunmasında da giriş bölümlerinde kavramsal ve kuramsal çerçeve olarak tarif ettiği bir bölüm söz konusu. Bugüne kadar iktidarların, devletin ve bütünlüklü olarak egemen elit kesimlerin bazı tarihsel kavramlara yönelik yüklemiş olduğu anlam çarpıtmalarına karşı Sayın Öcalan, toplumsal hakikati ve gerçekliği olan kavramlar üreterek, Kürt sorunu gibi tarihsel, toplumsal meselelerin nasıl çözülebileceğine dair ilk etapta bir zihinsel inşa ile kavramsal metodolojisini de ortaya koyuyor. Nitekim kardeşlik hukuku temelindeki yeni bir Toplumsal Sözleşme ekseninde bu sorunun çözümü Sayın Öcalan’ın savunma sistematiğiyle bağlantılı olabileceğini öngörmek mümkün.
Abdullah Öcalan son mesajında, ayrıca ‘Kürt Türk ilişkisinin mahiyeti bambaşka… Bu ilişkiyi bozan tuzakları, mayınları tek tek temizliyoruz, bozulan köprüleri, yolları onarıyoruz’ dedi. Yol temizliğinin yapılması için acil gereklilikler nelerdir?
Kürt ve Türklerin bin yıllık Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında yan yana oluyor oluşu hem stratejik hem de jeo-stratejik açıdan tarihsel anlamda birbirleri ile ilişki ve ittifak geliştirmelerini zorunlu kılıyor. Sayın Öcalan ‘İçinde bulunduğumuz dönem bu yönlü siyasal, toplumsal ve jeostratejik açıdan büyük ölçüde kendisini dayatıyor’ derken, bugüne kadar bu ilişkilerin nasıl tahrip ve sabote edildiğini, Türk-Kürt halkları arasında tarihsel olarak kurulan politik bağların, köprülerin nasıl havaya uçurulduğunu, bunların onarımın nasıl olabileceğini güçlü değerlendirmelerle anlatıyor. Bütün İmralı değerlendirmelerinin ana odağı bu onarıcı, yapıcı, stratejik, siyasal ve politik yol haritasının temelini oluşturuyor. Yine mesajında bu süreci tarif ederken, sürecin mayın ve tuzaklarla olduğunu, olabileceğini tarif ediyor. Devletten ve hükümet kanadından hem bölgesel hem de küresel bazı güç odaklarının bu tarihsel ilişkiyi sabote edebileceklerini, bu konuda ellerinde imkan ve güç potansiyellerinin olabileceğine dair hem bizlere hem de dünya kamuoyuna uyarıcı mesajlar veriyor. Bugüne kadar tarihsel, toplumsal, siyasal ve politik olarak her anlamıyla ulus devlet ve onun etrafında kışkırtılan milliyetçilik ekseninde neredeyse bu ilişki bağları sivriltilmiş durumda. Bugün birbirini anlamaktan, kültürel, siyasal ve politik değerleri benimsemekten uzak, her yönüyle kışkırtılmış bir halk gerçekliğinden bahsediyoruz. Sayın Öcalan nerelere dikkat etmemiz gerektiğine yönelik bizlerin odağını ve dikkatini buralara çekmek isterken, aynı zamanda çözümde yol alabilmenin yöntemlerini de gösteriyor. Sayın Öcalan, milliyetçilik ve ulus devletçi kodlarla, inkarcı ve dogmatik yöntemlerle bugüne kadar kendisini var kılmış, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözümünden ziyade inkar, asimilasyon ve savaş politikasından beslenen, bu konuda kendini toplum üzerinde ciddi anlamda yayılmış vaziyette var eden bir iktidar elitliği gerçekliğinden bahsediyor ve buraya dikkat çekiyor. Bunların aslında hem devlet içerisinde hem de bürokrasi güvenliği içerisinde demokratik toplum ve çözüm sürecini sabote edebilecek potansiyele sahip olduğuna işaret ediyor.
Türk-Kürt ilişkisinde tarihsel, toplumsal, siyasal ve kültürel hakikate dikkat çektiğinizde bunun dilini, stratejisini, siyasal ve politik mücadelesini ortaya çıkardığımızda toplumsal gerçekliğin hakikat diline kavuşturduğumuzda bu meselenin çokça ifade edildiği gibi çözümünün de çok zor olmadığını Sayın Öcalan sürekli ifade ediyor. Bu meselenin aşırı propaganda ve kara propagandalardan azade daha sosyolojik gerçeklikler, hakikatler temelinde ele alındığında başta Kürt sorunun demokratik çözümü olmak üzere Türkiye’deki temel meselelerinin çözümünün ne kadar kolay olabileceğini ve bunun tarihselliğinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim mesajında bu yönlü uyarılar varken nerelere dikkat etmemiz gerektiğinin uyarıcı rolünü oynuyor.
Türkiye’de uzun yıllardır Anayasa tartışmaları var. Nasıl bir Anayasa olmalı?
12 Eylül Darbe Anayasası’nın iktidarların ve hükümetin çıkarına olduğunu biliyoruz. Türkiye bu darbe Anayasası’ndan kurtulmalı. Sendikalar, STÖ’ler, inanç grupları, kanaat önderleri, farklılık olarak bildiğimiz bütün kesimlerin aktif bir şekilde içerisinde yer alacağı bir Anayasa değişikliğine ihtiyacımız var.
12 Eylül Askeri Darbe Anayasası üzerinden inşa edilen iktidarlar söz konusu. Yakın tarihten de biliyoruz ki sağ, sol fark etmeksizin 1984’ten bu yana işbaşına gelmiş bütün iktidarların topluma yönelik temel beklentileri ya da propagandası sivil, demokratik, özgürlükçü, tüm halkları kucaklayacak bir anayasa yapacaklarına dair vaatlerdi. Anayasa vaatleri bugüne kadar da devam etti. Kürt halkı, Türkiye halkları yeni, sivil, demokratik, özgürlükçü, herkesin dilini, hukukunu, kültürünü, inancını güvence altına alan bir Anayasa’nın olması gerektiğine dair güçlü bir kanaati var. Bu konuda Türkiye ve Kürdistan halklarının ciddi desteği söz konusu. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü gündeme gelirken esas olarak tartışılması gereken sivil, özgürlükçü, demokratik Anayasa meselesi oluyor. Bugüne kadar tüm iktidarların demokratik ve sivil Anayasa meselesini kendi çıkarlarına kurban ettiklerini, bunu temel bir strateji haline getirdiklerini biliyoruz. Sürekli kendi dönemsel, günlük siyasi çıkarlarına heba eden bir gerçeklik durumu söz konusudur. Bu anlamıyla yeni, sivil ve özgürlükçü bir Anayasa’nın yapılacağına dair toplumda beklenti varken, aynı zamanda iktidarlara ve hükümetlere yönelik de güvensizlik söz konusu. Tam da burada koşullar her yönüyle uygun hale gelmişken hem ülke içinde hem de bölgesel ve küresel bağlamda Kürt sorunu gibi tarihsel meselenin çözümü her yönlü tartışılıyorken bu konuda kamuoyu ve siyasetin de desteği söz konusu iken sivil, yeni, demokratik ve özgürlükçü Anayasayı tartışmak önemli.
DBP olarak biz bu Anayasa’nın iktidarın, hükümetin günlük siyasi çıkarlarına kurban edilmemesi gerektiğini ve edilemeyecek kadar önemli olduğuna ilişkin hem uyarıcı hem de toplumu bilgilendirici noktada durmamız gerektiğinin farkındayız. Geçmiş pratiklere, politikalara yönelik güvensizliği bu sürece taşıyacak durumda değiliz. Ama bu noktada hükümet ve iktidarların iyi bir sınav vermediğini, 12 Eylül Darbe Anayasası’nın iktidarların ve hükümetin çıkarına olduğunu biliyoruz. Türkiye bu darbe Anayasası’ndan kurtulmalı. Yeni, sivil siyasetin, STÖ’lerin, halkların, inançların herkesin kendini içinde bulabileceği bir Anayasa’nın olması gerekiyor. Bu Anayasa’nın yapılma sürecinin de iktidarın, hükümetin denetiminde olmaması gerektiğini belirtiyoruz. Bunun içinde sendikalar, STÖ’ler, inanç grupları, kanaat önderleri, farklılık olarak bildiğimiz bütün kesimlerin aktif bir şekilde içerisinde yer alacağı bir Anayasa değişikliğine ihtiyacımız olduğunu bizlerde ifade ediyoruz. Bu yeni ihtiyacı iktidarın kendi varlığını sürdürme ve kendi siyasal hedeflerine kurban edilmemesi gerekli.
Sürece dair çokça tartışma yürütülse de aslında başlangıcı olan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” önemli bir yerde duruyor. Abdullah Öcalan, “Demokratik Toplum” kavramını birçok mesajında kullandı ve çağrısı da bu isimle duyuruldu. Demokratik toplum nedir, nasıl sağlanır?
Demokratik toplumu, Sayın Öcalan 2000’li yıllardan bu yana özellikle sorunların çözümünde, demokratik siyaseti, demokratik siyasal yöntemleri başat kılarak, en öncelikli mesele haline getirme yöntemiyle toplumun kendi yaşamına, geleceğine dair hem günlük olarak hem tarihsel olarak söz sahibi, belirleyici güç olarak yeni bir toplumsal sistem olarak ifade eder. Dolayısıyla Sayın Öcalan, 27 Şubat’ta bunu kavramsal olarak en üst düzeyde ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ diyerek söyledi. Fakat Sayın Öcalan’ın savunmalarının ana hattı, toplumu demokratik bilinç, demokratik siyasal mücadele etrafında, toplumdaki her bireyin her katmanın, kurumsal yapıların, örgütlerin kendi yaşamına, geleceğine, özgürlük arayışına dair toplumsal mücadelesinde belirleyici bir güç olabileceğini bilincini kavratmaktır. DBP olarak, bugün Türkiye ve Kürdistan’da bu eksenli oluşturulan sivil örgütlenmelerle aslında bunun mücadelesini yıllardır veriyoruz. Bugün özellikle parlamenter olarak ifade ettiğimiz, kendisini sadece parlamento ile sınırlı kılacak şekilde siyaset yapan siyasi partilerin toplum adına söz söylediği, halklar adına tarihi kararlar aldığı, bu kararların toplumun gerçek yaşamıyla, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik yaşam ile örtüşemediği ortada.
Demokratik toplum, toplumun karar sahibi olduğu, eleştiri ve önerileriyle, yaratıcı yöntemlerle kendi yaşamında belirleyici pozisyonda olabileceği bir toplumsal düzeni ifade eder. Nitekim Kürt siyasi hareketinin ana mücadele hattı da ulaşmak istediği noktada; başta Kürdistan toplumu olmak üzere bütün ezilen halklar ve inanç kesimini bu eksende bir araya getirip, buluşturup onları bir güç haline getirip, yaşamlarında belirleyici kılabilecek kurumsal örgütlenmeler oluşturmaktır. Sayın Öcalan bu bilincin kurumsal ve siyasal sisteminin inşasını hedefliyor. DBP ve DEM Parti’nin bileşenlerinin toplumla, Türkiye’deki STÖ’lerle inanç örgütleriyle, meslek örgütleriyle kurmuş olduğu ilişki aslında demokratik toplum tarifinin kurumsal yapılarını bir yönüyle tarif ediyor. Bugün gelinen aşama itibariyle Sayın Öcalan hem eleştirileriyle hem önerileriyle bu kurumsal yapıların ve sistemin artık toplumun demokratik çabasına, arayışına belli ölçülerde eksik kaldığını ve daha da büyütülmesi gerektiği yönünde yoğun çabasının olduğu ve yoğunlaşmalarının olduğunu biliyoruz. Sayın Öcalan, demokratik siyasetin tıkanan kanallarını, ‘demokratik toplum’ bilincini daha üst noktaya taşıyarak, bunun kurumsal ve yapısal sistemini daha da büyüterek toplumun bütün yaşam alanlarına taşımaya çalışıyor. Bugüne kadar özellikle iktidardan ve devletlerden gelen tek yönlü baskıyı kırarak egemen kılmaya çalışıyor. Bu geniş perspektifi salt Kürdistan, Türkiye halklarına değil bugün Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi olarak ifade ettiği son 200 yıldır Ortadoğu’da yaşanan kaos, kriz, katliam, ulus devlet politikalarından kaynaklı çatışmalı, kaotik süreçlere karşı da geniş perspektifler bize veriyor. Bu perspektifler, yol haritaları, kurumsal ve teorik düşünceler bugün sadece Kürdistan’da, Kürt toplumunda tartışılmıyor. Dünya üniversitelerinde, akademik alanlarda, aydınlar tarafından da bu teorinin nasıl tartışılıyor oluşunu gözlemliyoruz. Bunun tanığıyız. Elbette ki demokratik toplum kuramı ve bunun siyasal, politik örgütlenmelerinin nasıl zemin bulacağını, toplumun yaşamında hayat bulacağını, filizlenebileceğine dair Sayın Öcalan güçlü önermeler, değerlendirmeler ortaya koyuyor. Bu dönemden itibaren bu anlamıyla sorumluluğumuzun daha da katmerleşerek devam ettiğini ifade edebilirim.
DBP, “demokratik toplum” inşasında nasıl yer alacak?
DBP olarak halkların demokratik siyaset, kimlik bilincinin geliştirmesinde, bir arada eşit, özgür bir şekilde ve demokratik bir toplum düzenine nasıl ulaşılacağına dair yürüttüğümüz çok güçlü mücadeleler söz konusu. Arkadaşlarımız bugün Kürdistan ve Türkiye’nin her yerinde halkımızın evlerinde, köylerde, mahallelerde demokratik toplumun zihinsel inşasından tutalım kurumsal örgütlenmelerine pratik katılım, neden dahil olması gerektiği, neden kendi yaşamına yön vermesi gerektiğine dair görüşmeler, tartışmalar yürütüyor. Bu konuda eğitici, bilinçlendirici çalışmalarımız var. DBP’nin ciddi anlamda rol oynadığını ve önümüzdeki süreçte de daha büyük rol oynama iddiasını ifade edebiliriz. Demokratik özgür bir toplum hedefi bizler açısından yeni değil. Sayın Öcalan’ın uzun yıllara dayalı, teorisini, kuramını, siyasal ve toplumsal sistemini oluşturduğu, kavram ve kuramlarını da geliştirdiği bir yöntemi ifade ediyor. Bizler de bu mücadele ekseninde uzun yıllara dayanan mücadelemizi sürdürüyoruz. Bizler de bu sorumluluğun mücadelesini veren ve çabasını gösteren bir pozisyonda hareket ediyoruz.
Kürt sorununun çözümünde her dönem Meclis’in önemine dikkat çekildi. Abdullah Öcalan’da bu sorunun Meclis’te çözülmesi gerektiğini her defasında ifade etti. PKK kongresi sonrası Devlet Bahçeli’de, 100 kişilik komisyon kurulması çağrısı yaptı. Meclis neden önemli, kurulacak komisyonun işlevi, yasal çerçevesi nasıl olmalı?
Bizlerin talebi Meclis tatile girmeden yasal ve Anayasal değişikliklerin ana omurgasının çıkarılıp, pratik adımlara geçilebileceği bir inisiyatif oluşturulmasıdır. Aksi takdirde; farklı tartışmalara ve toplumun bu sürece ilişkin olan inancına ciddi anlamda zararlar verecektir.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünde Sayın Öcalan’ın, bizlerin ve Kürt siyasi hareketinin sürekli tarif ettiği önemli merkezlerden biri Meclis’tir. Bu anlamıyla sorunun çözümünde önemli rol oynayabileceği, hem bunun Türkiye toplumsal zemininde hem de aynı zamanda uluslararası arenada toplumsal meşrutiyetin oluşması itibariyle önemli merkezlerden biri. Bu meselenin, uzun belirsiz bir zamana yayılmaması için elbette ki kimi pratik önerilerimiz geçmişte olduğu gibi bugün de mevcut. Bunların başında da, yetkilendirilmiş, inisiyatifli kılınmış, siyasi partilerin temsilcilerinden oluşan yasal, anayasal reformların ana çerçevesini çıkaracak bir komisyonun oluşması önerisi geliyor. Bu konuda elbette ki siyasi partiler kendi fikir ve düşünceleri etrafında farklı öneriler gerçekleştirebilirler.
Türkiye parlamentosunda bugüne kadar hukuksuzlukların, antidemokratik uygulamaların çözümüne yönelik oluşturulan komisyonların esas işlevi süreci zamana yaymak oldu. Toplumun zihninden, hafızasından uzaklaştırarak, bu konuda işi sürüncemede bırakıp, çözümsüz kılmaya yönelik oluşturulmuş komisyonlardan bahsediyoruz. 1996 Susurluk olayından tutun Kürdistan’da yaşanan hak ihlallerine ve bugüne kadar Meclis İnsan Hakları bağlamında oluşturulan bütün komisyonların esas olarak işlevi bu yönlü oldu. Köy yakmalarından faili meçhullerin araştırılması için oluşan komisyonlardan bugüne kadar hiç cevap veya sonuç çıkmadı. Bu ‘komisyon anlamsızdır, gereksizdir’ anlamına gelmiyor. Tam tersine oluşturulacak olan komisyonların süreci zamana yaymadan, yetkilendirilmiş, inisiyatif kılınmış ve hızlı bir şekilde bütün dikkatini yasal ve anayasal reformları gerçekleştirme üzerinden bu sorunun çözümüne güçlü hizmet edebileceğine dair bir komisyon öngörümüz söz konusu. Aksi takdirde bahsi geçen komisyonun bu sürece hizmet etmeyeceğini, hatta süreci riske bile koyabileceği ihtimalini dikkate almakta yarar görüyoruz. Bizlerin talebi; Bu komisyonun hızlı bir şekilde kurulması ve Meclis tatile girmeden yasal ve Anayasal değişikliklerin ana omurgasının çıkarılıp, pratik adımlara geçilebileceği bir inisiyatif oluşturulmuş olmasıdır. Aksi takdirde bu komisyon, çok farklı tartışmalara, toplumun bu sürece ilişkin olan inancına ciddi anlamda zararlar verecektir. Komisyona dair yürütülen tartışmalara dair DBP olarak söyleyebileceğimiz uyarıcı, yol gösterici hususlar bunlardır.
Diğer toplumsal kesimler sürece nasıl dahil edilebilir?
Süreci devlet ve PKK ekseninden çıkarmanın ve tartışmaları bu eksende yürütmenin çözüme katkı sunmayacağını düşünüyoruz. PKK 12. Kongre kararlarıyla aslında bu meselenin çözümüne dair tarihsel sorumluluğu demokratik siyasete, siyasi örgütlere, STÖ’lere, inanç kesimlerine ve kanaat önderlerine bıraktı. Aslında sorumluluğu toplumu oluşturan tüm dinamiklere yüklediğini biliyoruz. Bu konuda tarihsel inisiyatif alıp, bu meselenin halklar lehine çözülmesine dair tarihi kararlar aldı. 12 Mayıs’tan bu yana herkesin bu meselenin çözümünde hayati rol oynayabileceği, kişilerden kurumlara, örgütlerden siyasi partilere, muhalefetten iktidara, devlete kadar herkesin canla başla bu meselenin çözümüne dair düşüncesini, fikrini, yol haritasını ortaya koyması gereken bir dönemdeyiz. Tek başına bu süreci Kürt siyasi hareketine, Kürtlere yıkmak büyük bir haksızlığı da beraberinde getirecektir. Nihayetinde bu sorunun çözümü tek başına Kürt meselesinin çözümü olarak ifade edilmeyecek. Tek başına Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerinin yerine getirme mücadelesi değil. Türkiye’de hukukun, demokrasinin, özgürlüklerin yeniden inşası, herkesin buradan güç alabileceği, herkesin buradan büyüyebileceği bir atmosfer ortaya çıkmış durumda. Bu herkesin meselesi olmalı. Çözüme ilişkin irade koyma, güç verme yönüyle başta toplumsal örgütlenmeler, demokratik siyaset, STÖ’ler, sendikalara, kadın örgütleri, gençlik meclisleri, halklar, inançlar herkes burada tarihsel rol oynayabilir. Tek başına bu işin çözümünü hükümetin koridorlarına, bürokratlara, hükümetin, iktidarın insafına bıraktığımızda ortaya çıkabilecek olumsuz gelişmelerde hepimizin sorumlu olabileceğini öngörerek hareket etmek gerekiyor. Bu nedenle bu dönemin ‘tarihi fırsatlara kapı araladığını’ vurguluyoruz. Ama aynı zamanda kendi içerisinde Sayın Öcalan’ın tarif ettiği riskleri de barındırıyor.
Toplum, tüm dinamikleriyle bu sürece sahip çıkarsa kendi özgürlüğü gibi, bu meselenin her yönüyle tarihsel anlamda çözüme kavuşturulabilecek bütün imkan ve olanakların devrede olduğu gerçekliğini kavrayabilirsek; siyasi görüşü ne olursa olsun herkes demokratik toplum ve barış sürecini sahiplenip, bu meselenin çözümü için gücünü, iradesini ortaya koyabilirse, bu zemini oluşturabilirsek bu meseleyi çözebiliriz. Bu meseleyi iktidarın ya da devletin bazı birimlerinin inisiyatifinden de çıkararak, topluma mal edebiliriz. Sayın Öcalan’ın ‘mayınlar ve tuzaklar’ olarak ifade ettiği kesimlerin denetiminden, kontrolünden ve sabote edilme ihtimalinden çıkarıp, toplumun sigortası, güvencesi olduğu bir barış ve demokratik toplum sürecine evriltebiliriz.
Birçok kesim sürecin sabote edilme uyarısı yapıyor. Abdullah Öcalan’da son mesajında bu meselenin altını çizdi. Sizde birçok yerde dikkat çektiniz. Olası “mayın ve tuzaklar” nasıl bertaraf edilir?
Tabi ki bu sürecin demokratik, barışçıl tarifini yapıyorsak; bunun gereklilikleri, topluma güven verebilecek siyasal ve toplumsal uygulamaları hayata geçirebilmektir. Bir yandan bu süreci ele alırken bir yandan baskılar, şafak operasyonlarıyla bu süreci sürdürmek, sabote etmekten ziyade bu sürecin toplumsal meşruiyetini zedeleyecek durumu teşkil ediyor. İstanbul merkezli yürütülen operasyonlar, tutuklamalar bu sürecin toplumsal meşruiyetini zayıflatan, güç ve kan kaybeden bir noktayı teşkil edebilir. Bu konuda devlete ve hükümete uyarımız şu; Kürt sorunu otoriter, baskıcı, tek yönlü olarak iktidarın yol alabileceği denklemde çözülemeyeceğini uzun yıllara dayanan tecrübelerden biliyoruz. Bugün Türkiye’nin gelmiş olduğu, siyasal, toplumsal, ekonomik kriz ve Türkiye’nin önünde çözüm bekleyen tarihsel meseleler, bölgesel gelişmeler aslında Türkiye’nin iç ve dış politikasında barışçıl, demokratik, kucaklayıcı bir politikayı, dili hayata geçirmesini zorunlu kılıyor. Sayın Öcalan önceki görüşmelerinde burayı ifade etmişti. Barış sürecinin dilini ve politikasını oluşturmak gerekiyor. Demokratik bir sürece evrilecekse eğer, Kürt sorunun demokratik çözümü yasal ve anayasal demokratik zemini oluşacaksa bu tek yönlü ifade edilebilecek mesele değil.
‘Kürtler ne istiyor’ sorusu artık anlaşılamamış bir mesele olmaktan çıkmış durumda. Kürt sorununu yasadışı bir pozisyonda tutan ve inkar kıskacında tutan yasal maddelerin en hızlı şekilde değiştirilmesi gerekiyor. Kürdistan halkı bunu talep ediyor. Çünkü bunun bedelini ödedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi etrafında sistematik baskıyı uyguladığınızda Kürt toplumuna, Türkiye halklarına yönelik ciddi anlamda güvensizliği tetiklemiş oluyorsunuz. Kürt halkının siyasi iradesine kayyım atadığınızda, baskı, gözaltı, tutuklama, operasyon gerçekleştirdiğiniz de nitekim Savunma Bakanlığı’nın açıkladığı hava saldırıları ve kara operasyonlarının çok yoğun şekilde devam ettiği böylesi bir süreçte PKK’nin 12. Kongre kararlarının hayata geçirilmesi zeminini tahrip ediyorsunuz demektir. Bu hem süreci sabote etmenin zeminini oluştururken aynı zamanda toplumun bu sürece olan güvencini ve inancını da tahrip eden durumu ortaya koymaktadır. Kürt sorunun demokratik çözümü bugün tek başına Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele değil. Tam tersine Türkiye’nin dış politikasını dünya ile kurmuş olduğu bağları da ilgilendiren bölgesel ve küresel ölçekte kendisini bu pozisyona çekmesi gereken bir durumu zorunlu kılıyor. Bunun dışındaki her otoriter anlayış, her baskıcı çaba bu süreci tahrip eden, sekteye uğratan bu sürecin yoluna mayınlar döşeyen gerçekliğe tekabül ediyor. Bunu doğru bulmadığımızı, kabul etmediğimizi, demokrasinin, özgürlüklerin hukukun herkese uygulanması gerektiğini, bunun coğrafyasının olmadığını, sınırının olmadığını ifade ediyoruz. Demokrasi anlayışımız özgürlükler ve hukuki zemine gelme çabamız bu yönlüdür. Türkiye halklarının bölge halklarının varlığına, diline, kültürüne yönelik bütün halkların bir arada özgür, eşit şekilde yaşamasına ilişkindir. Hükümet ve iktidarların, halkların bu yönlü çabasına yönelikte saygı göstermesi gerektiğini, bugüne kadar tıkattığı kanalları kendisi açısından yapıcı ve onarıcı yola girmesi gerektiğini belirtiyoruz. Sayın Öcalan ‘yeni köprüler kurmamız lazım’ mesajı bu gerçekliğe denk düşüyor. Yolları tahrip ederek, köprüleri havaya uçurarak değil, tam tersine bunları onararak, bunun dilini, zihniyetini aynı zamanda siyasal, toplumsal demokratik pozisyonunu da alarak, ancak yol yürünebilir. Nitekim de beklentimiz de iktidara, hükümete yönelik en temel eleştirimiz de bu çözüm paradigmasına girerken bir yönüyle baskıcı, otoriter tavrından hiç vazgeçmiyor oluşu, bizler açısından kabul edilebilir bir durum değil.
Kürt halkının sürece dair beklentileri kamuoyuna yansıyor. Özellikle bunlardan biri de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür, çalışır koşullarının yaratılmasıdır. Abdullah Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi “kardeşlik hukuku” ve yeni “Toplumsal Sözleşme” açısından nerde duruyor?
Sayın Öcalan’ın son mesajı bu sürecin gelişimine ve bu sürece dair bağlılığını ortaya koyuyor. Sayın Öcalan’ın bu konuda topluma, halka güven veren bir gerçekliğe denk düştüğünü belirtmemiz lazım. Bunun diğer tarafında özellikle hükümetin ve iktidarın bu sürece bağlılık ve bunun gereklerini yerine getirmesi konusunda hala topluma yeterince güvence vermediğini belirtmemiz lazım. Bu konuda atılması gereken yasal ve anayasal adımları, yasal adımların yol haritasının toplumla, kamuoyuyla belli ölçülerinin paylaşılması gerekiyor. İktidar ve devletin bu konuda herhangi bir stratejisini kamuoyuyla paylaşmaması bu sürece dair güvensizliği oluşturuyor. Kürtler, Türkiye halkları, herkesim bu süreçten umutlu ancak bu umutlu durumlarının iktidar ve devlet tarafından en hızlı şekilde yol haritasına, programa dönüşmesi gerektiğini ifade ediyoruz. ‘Kürtler ne istiyor’ sorusu artık anlaşılamamış bir mesele olmaktan çıkmış durumda. Kürt toplumunda ve Türkiye halklarında, neredeyse bedel ödememiş hiç kimse kalmadı. Onun için sürekli ifade ettiğimiz yasal ve anayasal reformlar, Kürt halkının kendi dilini, kültürünü, varlığını, özgür ve demokratik geleceğini de güvence haline getirebileceği Sayın Öcalan’ın da kavramsal olarak tarif ettiği Toplumsal Sözleşme, kendi varlığını garanti altına alabilecek yasal ve anayasal değişikliklere ihtiyaç duyuyor. Türkiye artık darbe anayasası ile yönetilemeyecek bir aşamaya geldi. Yeni bir anayasanın olması gerektiği, bu anayasanın iktidarın ya da hükümetin, belli kesimin denetiminde olmaması gerektiğini, herkesin savunabileceği demokratik bir anayasaya ihtiyaç var. Kürt halkına yönelik devletin ve iktidarların uyguladığı baskı politikasından kaynaklı cezaevlerinde on binlerce siyasi tutuklunun bulunduğunu, özgür düşüncesini, itirazını geliştirdiği için cezaevinde olan arkadaşlarımız söz konusu. Elbette ki; TMK kanunlarıyla cezaevinde tutuklanan arkadaşlarımızın bir an önce tahliyelerinin gerçekleştirilmesi, hasta tutuklananların bir an önce en hızlı şekilde serbest bırakılması gerektiği, 7’den 70’e Kürt halkının vurguladığı temel meselelerdir. Bu aynı zamanda güven artırıcı en önemli pratik uygulamalardan bazılarıdır.
Kürt halkının iradesine hukuki meşruiyeti olmadan yıllardır atanmış kayyımlar söz konusu. Bu anlamıyla belediyelerimize atanmış kayyımların geri çekilip, arkadaşlarımızın bir an önce kendi görevlerine dönmesi lazım. Kayyım uygulaması ve ona yol açan bütün yasal maddelerin değişmesi gerekiyor. Onun için diyoruz Meclis ve komisyon en hızlı şekilde bu süreci tıkayıcı noktada bulunan ve Kürt sorununu hala sorun halinde tutan, yasadışı bir pozisyonda tutan ve inkar kıskacında tutan yasal maddelerin en hızlı şekilde değiştirilmesi gerekiyor. Kürdistan halkı bunu talep ediyor, bunun bedelini ödedi, bu sorunun çözümü de bunlara ilişkin atılacak adımlar, düzeltilecek anayasal reformlarla olabileceğine inanıyoruz. Hükümetin, iktidarın bugüne kadar ki yaklaşımından işi ağırdan almaya dönük tutumundan, durumundan da ciddi anlamda güvensizlik duyduğumuzu belirtmek istiyoruz. İnanıyoruz ve umuyoruz ki en hızlı şekilde bu değişiklikleri, yasal reformları hayata geçirebilecek zemine ulaşalım. Bunun zamana yayılması halinde iktidarın bu işi ağırdan alma politikası sürdükçe toplumunda bu sürece olan inancının düşebileceğini bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Bu süreç başarıya ulaşırsa nasıl bir tablo ortaya çıkar?
Bu sürecin başarıya ulaşması için bütün gücümüzle, inancımızla, halklarımızın özgür, demokratik eşitlikçi bir toplum arayışına ulaşmak için bütün varlığımızla bu sürecin içinde olacağız. Bu sürecin izleyeni, nesnesi, ‘acaba ne olacak’ diye sürekli izleyen pasif noktada duran, ne bir örgüt ne bir toplum olmayacağız. Bu süreç, Kürt halkının bu mücadeleye her yönüyle katılımıyla ilerleyebilecek bir durum. Yine Türkiye’deki halkların, farklı kimliklerin, inançların bu sürece bütünlüklü, inanarak önemli bir aktör ve parçası olarak kendisini dahil etmesiyle başarıya ulaşacaktır. Biz buna inanıyoruz, buna güveniyoruz. Kendi gücümüze, halklarımızın gücüne inanıyoruz. Bugüne kadar elde ettiğimiz bütün siyasal, toplumsal kazanımları bu güçle elde ettiğimizi biliyoruz. Bunu görmezden gelmeden, bunu en ön zemine koyarak, mücadele edeceğiz. Sözümüzü söyleyeceğiz, bu konuda toplumla, halkla birlikte mücadele ederek, sürecin ilerlemesi için elimizden ne gelirse yapacağız. Devleti ve hükümeti adım atmaya zorlayabilecek siyasal, toplumsal gücümüzün de olduğunu biliyoruz. Yeter ki bunu doğru yerde değerlendirmek, harekete geçirmek ve zamana yaymadan bu meseleyi çözümü kavuşturalım diyoruz.
MA / Müjdat Can