AMED - “Umut hakkı”na dair yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması gerektiğini vurgulayan avukat Servet Özen, “Sayın Öcalan’ın konumu yasal-anayasal güvence altına alınmalı ve sürekli bir şantaj aracı haline getirilmemelidir” dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 26 yıldır tecrit koşulları altında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta paylaşılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” sonrası en çok tartışılan konulardan biri “umut hakkı.” Tarihi çağrının üzerinden neredeyse 2 ay geçmesine rağmen devlet tarafından somut bir adım atılmadı.
Abdullah Öcalan’la İmralı’da 2006-2009 yılları arasında görüşen Av. Servet Özen, devam eden tecride ve “umut hakkı”na dair değerlendirmelerde bulundu.
‘YASAL DÜZENLEME YAPILMALI’
Özen, İmralı’ya kamu otoritelerinin inisiyatifiyle gerçekleştirilen görüşmelerin yasal bir güvencesinin olmadığını belirterek, tecridin de henüz kalkmadığına işaret etti. Aile, avukat, telefonla görüşme, diğer tutsaklarla iletişim, sosyal etkinlikler gibi haklara da dikkat çeken Özen, bu haklar noktasındaki ihlallerin henüz giderilmediğini belirtti. Özen, “Kamu otoriteler ve iktidarın oluruyla yapılan görüşmeler -her gün yapılsa bile- tecridin kalktığı anlamına gelmiyor” dedi.
“Umut hakkı”nın şarta bağlanacak, şartla düzenlenecek bir hak olmadığının altını çizen Özen, “Kamu veya normlar evrenseldir ama Türkiye’de özellikle Sayın Öcalan’ın pozisyonundan kaynaklı yasalar şahsileştirilmektedir. Bu durumda AİHM’nin ya da evrensel hukukun, demokrasi ve insan haklarının gelişimi önünde temel engel teşkil etmektedir. Ayrımcılığın en dip hali uygulanmaktadır. Politik atmosfer olduğu gibi, hukuki zemin de umut hakkının oluşmasına uygundur” diye belirtti.
AİHM’nin, “Vinter ve Diğerleri Kararı”na kararına atıf yaparak, Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”na dair verdiği ihlal kararını anımsatan Özen, “Umut hakkının bir an evvel yasal düzenlemesinin yapılması lazım. Bununla birlikte, yasal düzenlemenin uygulanıp uygulanmadığını da -bağımsız ve tarafsız bir yargı mekanizması olmadığı için- demokratik toplum örgütleri, toplumun tamamının içinde olduğu bir yapının denetlemesi lazım. Umut hakkının değerlendirmesini ve denetimini toplumsal tabanın tamamı yapmalı” diye konuştu.
‘DENETİMİ TOPLUMSAL KESİMLER TARAFINDAN YAPILMALI’
Üye devletlerin Dışişleri bakanlarından oluşan Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi’nin (BK), çıkar ve menfaatleri doğrultusunda “çifte standart” uyguladığını dile getiren Özen, AK BK’nin, AİHM’nin 2014 yılında “umut hakkı”na dair verdiği ihlal kararına karşın, Türkiye’ye yapılması gerekenleri yapmadığını hatırlattı. Türkiye’ye bu noktada uygulanabilecek yaptırımları sıralayan Özen, “BK’nin bugüne kadar kendisinden bekleneni, kuruluş felsefesine ve ‘Öcalan Türkiye’ kararında uygun davranmadığı çok açık. Bunun nedeni de muhtemelen siyasal yapı, konjonktürel çıkar ve menfaat ilişkileridir. Bu nedenle, bir umut hakkı yasası düzenlenecekse, uygulanmaması durumunda denetimi tarafsız ve bağımsız olan, politik çıkar, menfaatlerden uzak toplumsal kesimler tarafından yapılmalı. Yoksa politik çıkarlarla, uygun kararlar alınamamakta” ifadelerini kullandı.
‘GÜVENCE ALTINA ALINMALI’
“Sayın Öcalan’ın konumu yasal-anayasal güvence altına alınmalı, sürekli bir şantaj aracı haline getirilmemeli” vurgusunda bulunan Özen, “Sayın Öcalan’a ilişkin bir düzenleme yapılacaksa, bu yasal güvencelere kavuşturulup teminat altına alınmalı. Bu salıverilmeden tutalım, İmralı adasında sağlanacak koşullar çerçevesinde en azından kendisinin gidip gelebileceği, görüşebileceği, zihinsel ve fiziki aktivitelerini rahatlıkla ifade edebileceği, düşüncelerini rahatlıkla topluma aktarabileceği zeminin oluşturulması gerekiyor. Türkiye toplumunun demokratikleşmesi, demokratik siyasetin gelişebilmesi, hukuki alt yapısının oluşabilmesi için bir an evvel geciktirilmeden yasal düzenlemelerin yapılması lazım. Bu yasal düzenlemelerle birlikte Sayın Öcalan’ın rahat, özgür çalışır koşullara kavuşturulması gerekir” dedi.
‘OYALAYICI YAKLAŞIM SÜRECİN RUHUNA UYGUN DEĞİL’
Abdullah Öcalan’ın durumuna dair adımların süreç açısından da güvensizliği ortadan kaldıracağını kaydeden Özen, “Bu noktada pratik adımlar, Kürt sorununun çözümünde ve demokratik bir Ortadoğu’nun oluşumunda rol oynayabilir. Bu sebepten ötürü yasal düzenlemelerin bir an evvel hayata geçirilmesi lazım. Oyalayıcı, öteleyici, hesaplı, kitaplı yaklaşım sürecin ruhuna uygun değil. Sonuçta yürüyen çok ciddi bir görüşme trafiği söz konusu. O kadar ciddi ki Sayın Öcalan örgütün silah bırakmasını geçelim, feshi çağrısını yaptı. Bu çağrı Sayın Öcalan’ın kendisi açısından en uç noktaydı. Devletin de bu noktada ona uygun adımları atması gerekir. Her gün operasyonların ve hava saldırılarının olduğu koşullarda kongrenin toplanabilmesinin imkan dahilinde değil. Güven attırıcı adımların sağlanması gerekiyor. Süreç bu şekilde yürüyebilir” diye belirtti.
‘ÖCALAN’DA DÜŞÜNSEL BÜTÜNLÜK VAR’
Abdullah Öcalan’ın geçmişteki söylemleriyle şimdiki söylemleri arasındaki uyuma da dikkati çeken Özen, “Sayın Öcalan’da bir düşünsel bütünlük var. Sayın Öcalan 1993’te ilk ateşkes ilan edildiği zaman da Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümünden yana olduğunu defaten ifade etti ve buna uygun bir pratiğin de sahibi oldu. Şu anki söylemleri daha yoğunlaştırılmış halidir. Toplumun, toplumsal sorunların hatta insanlığa dair görüşleri söz konusu ve buna ilişkin çok ciddi bir yoğunlaşması var. O noktadan kaynaklı düşünsel bütünlük ve akıcılık çok yoğun” diye konuştu.
‘TOPLUMUN HER KESİMİNE SORUMLULUK DÜŞÜYOR’
Sürecin sağlıklı yürüyebilmesi noktasında toplumun tamamına iş düştüğünü sözlerine ekleyen Özen, devamla şunları kaydetti: “Sayın Öcalan toplumun demografik, ekonomik, sosyal yapılarına uygun çözüm önerisi yapıyor ve bu toplumun tamamını ilgilendirmekte. Toplumun tamamını ilgilendirdiği noktada, herhangi bir bireyin, ‘Ben bu işin dışında kalırım’ deme gibi bir lüksü söz konusu değil. Siyasal aktörlere, sivil toplum örgütlerine, barolara, avukatlara, aydın-yazarlara sorumluluk düşmekte. Hereksin kendi nezdinde bu sürecin gelişimi ve akamete uğramaması için elinden gelenleri yapması gerekiyor. Herkes elini taşın altına koymalı. Bir daha bu toplumun şiddet, kaos, çatışmalı ortama dönmemesi için, demokratik siyasetin ve hukuki güvencelerin sağlandığı; halkların, insanlığın farklılıklarıyla bir arada yaşadığı toplumsal düzenin inşasının yapılması gerekir.”
MA / Rukiye Payiz Adıgüzel