ANKARA - ÖHD’nin düzenlediği panelde konuşan TJA’lı Sebahat Tuncel, tarihi çağrıya dikkat çekerek, silahların devreden çıkması için devletin yapması gereken yükümlülükler olduğunu ve “umut hakkı” başta olmak üzere adımlar olduğunu belirtti.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara Kadın Komisyonu, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” nedeniyle Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (Tüm Bel-Sen) Genel Merkezi’nde panel düzenledi.
Birçok kadının katıldığı panele, katılımcı olarak ÖHD Üyesi Avukat Gulan Çağın Kaleli, Barış Annesi Fehime Poyraz, Bağımsız Feminist Hülya Osmanağaoğlu, TJA’lı Sebahat Tuncel ve Barış Annesi Behiye Yalçın da konuşmacı olarak katıldı.
ÖZEL SAVAŞ
İlk sözü alan ve özel savaş başlığı altında konuşmasını yapan Gulan Çağın Kaleli, “Özel Savaş”ın tarihsel geçmişine dikkat çekti ve bu savaşın Türkiye’de 2015’ten sonra daha da yoğunlaştığını ifade etti. Özel savaşın ilk politikalarının anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişte görüldüğünü ifade eden Gulan Çağın Kaleli, özel savaş stratejilerinin her dönem farklılaştığını ve birçok başlıkta ve farklı pozisyonlarda ortaya çıktığını belirtti. Gulan Çağın Kaleli, “Özellikle Kürt kadın hareketi ve feminist hareketin öz savunma ile özel savaşa karşı mücadele örgütlediğini görüyoruz. Bugün basında sürekli konuştuğumuz uyuşturucu, ajanlaştırma, fuhuş başlıkları özel savaşın sosyal kırımı olarak karşımıza çıkıyor. Biz bu başlıklara bakınca özel savaş olarak kullanmışız ama bunlar sadece özel savaş konseptleri ve stratejileri. Her dönem yeni yeni başlıklar, yeni yeni özel savaş konsepti ve stratejileri karşımıza çıkıyor. Yine özel savaşta, devlet daha yeraltı, paramiliter ama aynı zamanda bürokratik gücü de olan yapılanmaları ortaya koyduğunu görüyoruz. Sivil toplum örgütlerinin Kürt ailelerin çocuklarını burslar yoluyla kimliksizleştirmesi ve ekonomik olarak kendilerine bağlaması da özel savaş başlığı altındadır” sözlerini kullandı.
Ardından söz alan Deniz Poyraz’ın annesi Fehime Poyraz ise, “Deniz Poyraz yurtsever biriydi. Babası cezaevine girdiğinde 4 yaşındaydı ve çocuklara bakarak yaşamı geçti. Kendini gördü ve çalışmalara kattı. Bütün halkı seviyordu ve hepsi bir olsun istiyordu. Deniz böyle biriydi. Deniz sadece benim Deniz’im değil, bütün halkın Deniz’idir. Bir Deniz gitti bin Deniz geldi. Binlerce çocuğa Deniz ismi konuldu. Ama mücadele bir gururdur. Halkımızın mücadelesini gördükçe mutlu oluyoruz” dedi.
Feminist hareketin tarihi ve barış için mücadelesini anlatan Bağımsız Feminist Yazar Hülya Osmanağaoğlu da kirli savaşın yükseldiği, köy yakma ve boşaltmaların arttığı günlerde feministlerin “Arkadaşıma Dokunma” adlı kampanyayı başlattığına işaret etti. Hülya Osmanağaoğlu, devamla şöyle konuştu, “1980’li yıllardan sonra kendini esas olarak inşa eden hareketler Kürt Özgürlük Hareketi, Feminist Hareket ve 2000 sonrası LGBT hareketi olmuştur. 2007’ye geldiğimizde arkadaşlarımız Meclis’e girdi. Bu döneme kadar kampanyaların hepsi bir tür lobicilik faaliyeti oldu. 2007’den sonra değişen şey Kürt Kadın Hareketi’ndeki arkadaşların Meclis’e girmesiyle sokaktaki sesin herhangi bir şekilde törpülenmeden doğrudan Meclis’ten duyulmaya başladığı zamanlardı. Bu önemli bir eşik oldu. Feminist mücadelenin sesini arkadaşlarımız Meclis’e taşıdı.”
BARIŞIN TOPLUMSALLAŞMASI
Barış için Kadın Girişimi’ni ilan sürecinden söz eden Hülya Osmanağaoğlu, “Savaşın kadınlar açısından neler yarattığını anlatmak ve barışın toplumsallaştırılması için kurulmuş bir girişimdi. Özellikle son 10 yıldır çok somut olarak gördük ki savaşın kendisi doğrudan faşizmin yükselmesine neden olmuştur. Feminist hareket buradaki çözüm sürecinde aslında taraftır. Bağımsız feminist olarak iki tarafa eşit bir yerde değiliz. Bir taraf özgürlük için mücadele ederken bir taraf kendi çıkarları temelli barışı inşa etmeye çalışıyor bu nedenle feminist hareket taraftır. Barış siyasetinin örgütlenmesinde feminist hareketin, Kürt kadın Hareketi’nin ve tüm kadın hareketlerinin kendi örgütlemesi için de elzemdir. Bütün ezilenler için bir barış zeminin inşa edilmesi için feminist harekete de Kürt Kadın Hareketi’ne mücadele etmek kalır” dedi.
ONURLU BARIŞ İNŞAASI
Ardından konuşan Barış Annesi Behiye Yalçın, verdikleri barış mücadelesini şu ifadelerle anlattı: “90’lı yıllardan beri 26 yıldır barış için uğraştık istedik, çalmadığımız kapı kalmadı. Adeta barışı dilendik. Savaş anneler için gözyaşı ve hüsrandır. Herkes için böyledir. Bir annenin evladını kaybetmesi kadar kötü bir şey yoktur. Hiçbir anne evlatlarını ölmesi için dünyaya getirmiyor. Ama maalesef Kürt annelerine savaş, acı ve ağlamak düştü. Yıllardır bu barış için dilendik ve direndik. Sınırlarda canlı kalkan olduk. Çok şükür Perşembe günü çok güzel bir açıklama oldu. Ömrümüzün sonuna kadar bu barış için mücadele edeceğiz. Herkesin omuzlarına düşen barış için çaba sarf etmesi ve bizimle hareket etmesidir. Biz güzel bir yaşama ve hakkımız olana kimliğimize, ana dilimize ve bir toprakta yaşamak istiyoruz. Ne köylerimizi boşaltsınlar ne sabahın köründe kapılarımızı çalıp bizi işkence ile tutuklasınlar. Biz az şey görmedik ama yine barış dedik ve barış için her zaman varız. Elimizden geleni yaparız. Bu ülkede özgürce, kardeşçe bütün halklar yaşayana kadar mücadeleyi bırakmayacağız. Onurlu ve kalıcı bir barışı istiyoruz. Sayın Öcalan’ın serbest bırakılıp serbestçe barışı inşa edebilmesini diliyoruz. Onurlu barışı onunla birlikte inşa etmek istiyoruz.”
‘BARIŞI ZAYIF OLANLAR YAPAMAZ’
Sonrasında söz alan Sebahat Tuncel ise PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihinde yaptığı çağrıya ilişkin, “Çalışmaların ilk başında anneler ile bir araya geldiğimizde hepsini çocukları katledilmiş, köyleri yakılmış, işkence görmüş ama o kadar kudretliydiler. Sadece anne değillerdi, bu anneler politik kadınlardır. Barış için direnin, gözaltına alınan, işkence altına alınan. Öz yönetim süreçlerinde sokakta cenazeler varken tacize uğramalarına rağmen o cenazeleri alıp sırtlayıp geldiler. Birçok anne ne diyor ‘başkasının çocuğu ölmesin’ bu çok başka bir duygu. 27 Şubat saat 17.00’de bütün dünya başka bir zamana evrildi. Barış güçlülerin işidir. Barışı zayıf olanlar yapamaz. Sayın Öcalan bir kez daha gücünü gösterdi, üstelik tüm sorumluluğu üstlenerek. Dikkat edin sadece barış demedi demokratik toplum vurgusu yaptı ve üzerimize birçok sorumluluk yüklenmiştir. Bu sistemi dönüştürmek demokratik toplumu inşa etmek sorumluluğumuz var. Bu sürecin kalıcı barışa evrilmesi için devletin üzerine düşen sorumluluk var” dedi.
SAVAŞ DURDURULMALI
Devletin gerekli adımları attığı sürece barışın kalıcılaşacağını belirten Sebahat Tuncel, “21’inci yüzyılda bu barışı inşa edebiliriz. Bazen konuşurken Türklerin hassasiyetinden bahsediliyor ama Kürtlerin yaşadıkları konuşulmuyor, milyonlarca Kürt cezaevlerinden geçmiş, köyleri yakılmış, ya cezaevinin içinde ya da kapısındadır. Hassasiyetlerle bu iş olmaz. Barışacaksak barış için bunları nasıl ele alabilirize bakmak gerek. Barışı bozmak Türk - Kürt ittifakını istemeyen bundan rant elde eden kesimlerde ortaya çıkıyor ama milyonlar barış diyor ve ikna edecek duruma getirmeliyiz. Bu kadınların rolü ve görevini de ortaya koymuştur. Çağrı yapıldı ama devlete o kadar güvensizlik var ki ‘sizi kandırırlar mı’ diyorlar. Kimse barışı konuşmuyor, esas olan toplumsal barıştır. Çağrıda da dikkat çeken demokratik koşulların ortaya konulmasıdır. Bizim tartışmamız gereken savaşın durması, silahların susması demokratik siyasetin önünü açılması ve insanların özgürce kendi kimliği ile yaşamasıdır.”
DEMOKRATİK HUKUK ZEMİNİ
Sırrı Süreyya Önder’in açıkladığı son notun çok önemli olduğu vurgusunu yapan Sebahat Tuncel şunları kaydetti: “Eğer gerçekten silahlar devreden çıkarılacaksa devletin yapması gereken yükümlülükler var. Şimdi sıra devlette! Umut hakkının bir an önce yasalaşması, Sayın Öcalan’ın kendi halkıyla, toplumuyla, sosyalistlerle bağ kuracak ortamın oluşması gerekiyor. Demokratik siyasetin önünü açacak yasal düzenlemeler gerekiyor. Terörle mücadele kanunu örneğin, bu kanun altında herkes terörist ilan ediliyor. Terörizm kavramının bu kadar geniş olarak yoruma açık işletilmesi demokratik siyasetin önünde de engeldir. Demokratik hukuk zeminin bir an önce kurulması gerekiyor. Görüşmelerde de ortaya çıktı bazı şeyler devletten beklenmez, mesela ben kadına yönelik şiddete hayır demek için devleti beklemiyorum.
SÜREÇTE KADINLARIN ROLÜ
Bazı karşı çıkışılar meşrudur, haktır. HDK’ye operasyon yaptılar neden barış istediği için, barış mücadelesi cezalandırılırsa buradan bir barışı nasıl inşa edelebiliriz. Devletin yapması gereken demokratik siyasetin önünü açmak bize düşen bunu örgütlemektir. Bazı şeyler devlete bırakılamaz. Toplumsal olarak örgütlemek ve bir araya gelmek önemlidir. Barış sürecinin başlayabilmesi için toplumun devleti barışa zorlaması gerekir. Toplumun kendisi siyaset üretmelidir. Biz başlayalım. İnsanlar iktidara bakınca evet umut görmüyor ama 27 Şubat’ta başka bir umut oluştu ve biz buraya bakacağız. Sayın Öcalan ‘bütün sorumluluğu alıyorum’ dedi ama biz kadınlar olarak da payımıza düşen sorumluluğu almamız gerekiyor.”