ANKARA - Türkiye’nin saldırılarına Meclis Kürsüsünde gösterdiği “Rojava Toplum Sözleşmesi” ile tepki gösteren DEM Partili Serhat Eren, “Yeryüzündeki en demokratik sözleşmedir” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Amed Milletvekili Serhat Eren, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim’in kontrol ettiği topraklara yönelik saldırılarına Meclis Genel Kurulu’nda tepki gösterdi.
Meclis’te kürsüye çıkan Eren, Özerk Yönetim’in hazırladığı 134 maddeden oluşan “Rojava Toplumsal Sözleşmesi'ni gösterdi. Eren, “Bu sözleşmeyi tek bir cümlede anlatın derseniz, bir hukukçu olarak söylüyorum, yeryüzündeki en demokratik sözleşmedir derim. Çünkü bu sözleşme, 3 ile 5 milyon insanın yaşadığı Rojava'da bütün insanların toplumsal, hukuksal ve idari yaşam güvencesidir. Bu sözleşmede her türlü hak, temel hak ve özgürlükler güvence altına alınır, doğal haklar ve diller güvence altına alınır, keyfiyete yer yoktur; birlikte, bir arada yaşam uzun uzadıya anlatılır ve bunlar yazılı hâle getirilerek güvence altına alınır, kadın hakları ve kadın kazanımları en hassas başlıkları arasında yer alır, yüksek perdeden korunur ve geliştirilir” dedi.
‘99 YILDIR AYNI ZİHNİYET’
Sözleşmenin Kürtler, Araplar, Süryaniler, Türkmenler, Ermeniler, Çerkezler, Çeçenler, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Ezidilerin bir araya gelerek hazırladığını belirten Eren, “Bu sözleşmeyi hayata geçirenler aynı zamanda her türlü asimilasyon, her türlü zorluk ve yok olma tehdidi altında kalan kişiler tarafından hazırlandı. Osmanlı'nın son Halep Valisi, aynı zamanda Çankırı Milletvekili, en uzun süre görevde kalan TBMM Başkanı 1925 yılında bir Kürt raporu hazırlıyor ve bu Kürt raporunda ne diyor onu söyleyeyim. Abdulhalik Renda raporunda ‘Kürtler Suriye sınırında olmamalı. Kürtlere yaşam alanı tanımamak gerekir. Elimizden ne geliyorsa uygulamak lazım.’ diyor, doksan dokuz yıl önce bunu söylüyor. Doksan dokuz yıl sonra bu zihniyet değişmiş değil, aynı politikalarla Suriye sınırındaki Suriye'de kalan Kürtlere ilişkin bakış açımızda zerreyimiskal bir değişiklik yok” diyerek, tepki gösterdi.
‘120 BİN KÜRT YABANCI İLAN EDİLDİ’
Bu raporun hazırlandığı yıllarda YPG’nin de olmadığını anımsatan Eren, “Abdülhalik Renda'nın hayalleri 1970 yılında Baas rejimi tarafından hayata geçirildi. Nasıl geçirildi? 1970 yılında Arap Kemeri, Arap Kuşağı oluşturuldu. O dönem sınır boyunda kalan, yaşayan Kürtlerin tamamı göç ettirildi, oralar boşaltıldı, onların yerine Arap aileler ve Arap aşiretler yerleştirildi, böylece demografik yapı değiştirildi; Kürtçe yasaklandı, çocuklara Arapça dışında isim verilmesi yasaklandı. 1962 yılında -yine buraya da dikkat çekmek istiyorum- yapılan tartışmalı nüfus sayımında 120 bin Kürt yabancı ilan edilerek vatandaşlıktan çıkarıldı. Vatandaşlıktan çıkarılan bu Kürtler, kimlikleri ellerinden alınan bu Kürtler sağlık, eğitim gibi konulardan, bu haklardan mahrum bırakıldılar” diye konuştu.
‘KÜRTLER SİLİNMEYE ÇALIŞILDI’
Eren, sözlerini şöyle sürdürdü: “Büyük sefaletler yaşadılar Kürtler, toprakları ellerinden alındı, göç etmek zorunda bırakıldılar. Kürtçe eğitim ve yayın faaliyetleri yasaklandı, kültürel etkinlikleri bastırıldı. Kürt köylerinin isimleri değiştirildi, tarihî izler silinmeye çalışıldı. Tüm bu uygulamaları bir yerden biliyoruz yani tanıdık geliyor, eminim hepiniz bu uygulamaların bir yerden tanıdık geldiğini tahmin edebilirsiniz. İşte, tarihin bütün bu kötülüklerini yaşayan Kürtler yüz yıl sonra kendi topraklarında, kendi evlerinde kendi dilleriyle var olmak istiyorlar, ‘Kimliğim budur, beni bu kimlikle tanıyın.’ diyorlar, başka bir şey demiyorlar. Bunun için de diğer halklarla birlikte kendi sözleşmelerini yaşama geçirmiş durumdalar.
KOBANÊ İLE SURUÇ BİRDİR
Kürtler Suriye'de hiç kimseye saldırmadı, hiç kimseye savaş açmadı; aksine, bizatihi yaşadıkları toplumlarla, halklarla birlikte uyumlu bir şekilde yaşamaya çalıştılar. Belki daha da önemlisi, yapay sınırlar oluşturulmak suretiyle akrabalarından yoksun bırakıldılar, ayrı kalmaları sağlandı, koparıldılar. Biz onun için diyoruz ki Nusaybin ile Kamışlı birdir, Kobanê ile Suruç birdir. Akrabalar birbirinden ayrılmaya zorlandılar; yapay sınırlarla, aralarından sadece bir demir hattı geçiyor; o nedenle demir hattının üst kısmı ve alt kısmı olarak ifade edilir bütün bunlar. Kuzeydoğu Suriye'deki milyonlarca insan herkes gibi bir yaşam sürdürmek istiyor. Bunları söylemek zorunda kalmak bile bir utanç ama o utanç bize ait değil.
BİRLİKTE YÖNETİM
Bugün orada üniversiteleri var, okulları var, sağlık birimleri var, hastaneleri var, kooperatifleri var; dahası on binlerce insan eğitim görüyor; orada tiyatroları var, sinemaları var, her yıl orada festivaller yapılıyor, her yıl orada kitap fuarları düzenleniyor. Mahalle meclisleri, farklı inançlardan oluşan, farklı halklardan oluşan kişiler tarafından yönetiliyor. Mahkemeleri var, yasaları var; geçim kaynakları tarım, hayvancılık ve ticarettir. Ve tüm bunlara buradaki Araplar, Türkmenler, Süryaniler, Çerkezler birlikte karar verdi, böyle olsun istediler yani kısaca.
‘ANKARA’DA VİZYON ROJAVA’DA İLLÜZYON SİYASETİ YÜRÜMEZ’
Kürtleri dünyanın her yerinden izole ederek Türkleri izale edemezsiniz, bu formül geçerliliğini yitirmiştir. ‘Kürtleri Ankara'da vizyon, Rojava'da illüzyon’ siyaseti yürümez, bunu görmek durumundasınız. ‘Suriye'de şu Kürtler olmalı, şu Kürtler çıkmalı, falan Kürtler şu yere gitmeli.’ yaklaşımı gayriciddidir. Rojava'ya saldırı sadece Kürtlere değil, Araplara, Türkmenlere, Ermenilere, Çerkezlere saldırıdır. Bu halklar birlikte yaşıyor, birlikte mücadele ediyor.”
Eren, konuşmasını Tolstoy’un “Deve Dikeni Gülü” hikayesi ile sonlandırarak, hikayede “direnen” gül ile Kürtlerin birbiri ile ilişkisini kurdu ve hikayede güllü koparmak isteyen kişi ile Türkiye’yi birbirine benzetti.