İSTANBUL - İstanbul’daki “Savaş, yoksulluk ve demokratik çözüm” panelinde konuşan Asrın Hukuk Bürosu'ndan Raziye Öztürk, Kürt sorununun çözümünde Abdullah Öcalan'ın başmüzakereci olduğunu vurgulayarak, "Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü talep etmek varoluş meselesidir" dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul İl Örgütü, Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Savaş, yoksulluk ve demokratik çözüm” başlıklı bir panel düzenledi. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri'nin moderatörlüğünü yaptığı panel, iki oturum şeklinde yapıldı. Yazar Ayşegül Devecioğlu, gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Genel Başkanı Cuma Erçe ilk oturumda; Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk ve Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ise ikinci oturumda farklı başlıklarda sunum yaptı.
Panelin açılışında konuşan Barış Annesi Revşan Döner, 2014 yılında devreye konulan “Çöktürme Planı" sonrası ülkede başlayan çatışmalı sürecin Kürt sorununu daha da derinleştirdiğini söyledi. Döner, "Bu kirli savaşın önüne geçilebilmesi için Kürt sorununun çözüme kavuşturulması ve Sayın Abdullah Öcalan’a dönük tecridin kaldırılması gerekiyor. Bu anlamda onurlu bir barış ve özgürlük için yürütülecek mücadeleyle başarı sağlanabilir” dedi.
DEVECİOĞLU: BARIŞI GETİREBİLİRİZ
“Savaş politikaları tecrit ilişkisi” başlığı altında sunum yapan yazar Ayşegül Devecioğlu, yürütülen savaşlardan iktidarlar ve savaş baronları dışında kimsenin çıkarı olmadığını belirtti. Devecioğlu, Kürt sorununa işaret ederek, "Bugün savaş en büyük sermaye aracı haline getirilmiş durumda. Erdoğan’ın damadı bunun en büyük örneği. Bizim vergilerimizle elde edilen kamu kaynakları savaşa harcanıyor ve yine bugün dünyanın her yeri savaş altında. Bugün bu savaşlardan ülke diktatörleri, savaş baronları ve tüccarlar dışında halkların hiçbir kazanımı yok. Türkiye’ye gelecek olursak bugün ülkemizde 50 yıla yakındır devam eden bir savaş süreci var. Bugün barışa en çok ihtiyaç duyulan bir ortamda barış fikrinden o kadar uzaklaştık ki barış sözcüğünün kendisi kriminalize edilmiş hale geldi. Dünyanın birçok ülkesinde halkların en temel hakkı olan anadilde konuşmak bu ülkede terörize edilerek, insanların öldürülmesine yol açabiliyor. Keza yakın zamanda sadece anadilinde konuştuğu için bir insanın öldürüldüğüne tanık olduk. Evet dünyanın tüm yerlerindeki savaşları durduracak gücümüz olmayabilir ama bu ülkeye barışı getirebilecek gücümüz var” ifadelerini kullandı.
İMRALI TECRİDİ
Dünyaki barış süreçlerinin tümünün taraflar arasında yürütüldüğünü söyleyen Devecioğlu, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecride değindi. Devecioğlu, "Dünyadaki barış süreçlerine baktığımızda; barış süreci yürütülecek kişiyle müzakere yürütülür ama İmralı’daki tecrit bugün bana göre dünyanın en büyük garabeti. İyi yürütülmeyen barış süreçleri bizi geriye götürür. Barış süreçleri pragmatik olarak yürütülecek süreçler değil, aksine temel ilkelerle yürütülebilecek süreçlerdir. Ama ben önceki barış süreçlerinin aksine pragmatik bir tutumla yürütüldüğünü düşünüyorum. Bu pragmatik tutum aynı zamanda toplumsallaştırmayı da engelleyen bir şey. Barışın hayat, ekmek ve su olduğunun dilini yaratmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.
AKDENİZ: MÜLTECİLER TEHDİT OLARAK GÖRÜLÜYOR
Gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz, “Savaşın yoksulluk ve göçle ilişkisi” başlığıyla sunum yaptı. Akdeniz, Ortadoğu’da devam eden savaşlara dikkat çekerek, yaşanan savaşların mültecilik açısından yarattığı etkilere değindi. Akdeniz, "Mülteci her şeyden önce bir insandır. Ama mülteciler, ulus devleti var olan insanlar tarafından bir tehdit olarak görülürler. Irkçıların son dönemlerde kullandığı ‘sessiz istila’ sloganı bunun örneğidir. Modern çağ, insanı sadece vatandaş ve özne olarak görüyor. Ezilen halklar ve mülteciler bu açıdan ortak noktadadır. Mültecilere politik hak ve itiraz hakkı tanınmaz. Örneğin Filistin için Bin Genç’leri hatırlayalım. Burada yaptıkları eylemde İsrail’i eleştirdikleri için gözaltına alınıp tutuklandılar. Çünkü İsrail’le yürütülen ticaretler ortada iken sen Filistin için hak talep edip İsrail’i eleştiremezsin” şeklinde konuştu.
İç ve dış göçlerden en çok Kürt halkının etkilendiğine dikkati çeken Akdeniz, Kürtlerin talepleri ve itirazlarının politik bir ölçüye tabi tutulduğunu söyledi. Akdeniz, "Örneğin yürütülen savaşta zarar gören siviller, bu konuda itiraz ettiğinde itirazları sadece savaşta uğradığı bir zarar var ise belki dikkate alınabilir. Ama sivillerin bu savaşa karşı itirazlarında barışı talep etmesi politik olarak görülüp dikkate alınmaz. Yani böylesi bir durumda, anadilde eğitim, barış, diyalog, müzakere, kayyımlar ve tecridin sona erdirilmesini isteyen Kürtlerin bu talepleri ulus devlet anlayışında kabul görebilir mi?” diye sordu.
ERÇE: ASIL NEDEN SAVAŞ POLİTİKALARIDIR
“Savaşın halkların eşit yurttaşlık talebine etkisi” başlığıyla sunum yapan PSAKD Genel Başkanı Cuma Erçe, “Bu ülkede en büyük problem farkındalık sorunudur” dedi. Erçe, Kürtlere dönük tutumun buna en iyi örnek olduğunu söyledi. Ülkede bir grup sermaye sahipleri dışında kimsenin eşit olmadığını ifade eden Erçek, "Nasıl ki barış talebi sadece Kürtlerin talebi gibi görülüyorsa eşit yurttaşlık talebi de sadece Alevilerin talebiymiş gibi görünüyor. Gecekondularda yoksullukla yaşayandan Artvin’de doğası katledilene, bir sınıfta 60 kişilik sıralarda oturanlara... kısacası bu ülkede yaşayan milyonlarca insana yaşadıkları sorunların asıl nedeninin yürütülen savaş politikalarından kaynaklandığını anlatmamız gerekiyor” dedi.
ÖZTÜRK: ÖCALAN ÇÖZÜMÜN BAŞMÜZAKERECİSİDİR
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk, “Tecridin hukuki boyutu ve barışa etkisi” başlığıyla sunum yaptı. 21’inci yüzyılda yaşanan krizlerin merkezinin Ortadoğu olduğunu söyleyen Öztürk, "Bu ulus devlet anlayışının yansımasıdır aynı zamanda. Bu, Ortadoğu’da Kürt sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Ama Kürt sorunu sadece bölgedeki devletler eliyle yürütülen bir sorun değil. Bu sorunda küresel güçlerin de rolü hakim. Yine bununla beraber Kürt sorununun çözümü noktasında bölgedeki halklar irade olarak Sayın Öcalan’ı görüyor. Kürt sorununun demokratik çözümünde Sayın Öcalan başmüzakereci olarak duruyor. Çünkü Sayın Öcalan'ın hem İmralı öncesi hem de sonrasında krizlere dönük yaklaşımı hem felsefik hem politik oldu. Bu fikirleri de dünyanın dört bir yanında değer görüp tartışılıyor” dedi.
ABDULLAH ÖCALAN’IN BARIŞ GİRİŞİMLERİ
Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü noktasında geçmişten bu yana barış girişimlerini anımsatan Öztürk, bu girişimlerin ısrarla önünün kesilmeye çalışıldığını kaydetti. Öztürk, şunları söyledi: "Türkiye’deki gladio yapılanması ve Özal’ın ölümü ve yine devamında 1996 yılında Öcalan’a dönük suikast girişimleriyle de aslında bu sürecin kesilmeye çalışıldığını görüyoruz. Öcalan’ın barış çabaları son olarak da küresel komployla akamete uğratıldı diyebiliriz. Sayın Öcalan’ın komplo sonucu Suriye’den çıkarılması sürecinde Öcalan’ın önünde 2 seçenek vardı. Birincisi dağ yoluydu, ikincisi ise Avrupa’ya gidip demokratik ve uluslararası girişimlerde bulunmaktı. Sayın Öcalan dağ yolunu seçerse savaşın daha da derinleşeceğini söyleyip ikinci yolu seçti. Ancak Öcalan ardından benzeri olmayan bir hukukla 'istenmeyen adam' ilan edildi ve yürütülen komplo sonucu Türkiye’ye yollandı.”
ÖCALAN'IN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ÖNEMİ
Abdullah Öcalan’ın İmralı Cezaevi’ne konulmasıyla beraber eşi benzeri olmayan bir tecrit sisteminin devreye konulduğunu söyleyen Öztürk, söz konusu tecridin bugün mutlak tecride dönüştüğünü dile getirdi. “Kürt sorunuyla tecrit arasında bir diyalektik var” diyen Öztürk, “Çünkü Kürt sorununun muhatabı İmralı’da tutuluyor ve kendisinden haber alınamıyor. Bu bağı görmek gerekiyor. Tecrit politik bir mesele olduğu kadar ahlaki bir meseledir. Bir yerde işkence uygulanıyorsa ve toplumun refahı bu kadar etkiliyorken buna ‘dur’ diyebilmek ve ses çıkarmak gerek. Bu vicdanı sorumlulukla beraber aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk. Yine Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü talep etmek bir dayanışma olarak ifade edilecek bir şey değil, bu bir varoluş meselesidir” şeklinde konuştu.
TAHMAZ: BARIŞ TOPLUMSAL RIZAYLA GELEBİLİR
Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ise, “Yeni bir barış süreci mümkün mü, ne yapabiliriz” başlığıyla sunum yaptı. Savaşların sadece devletler arası yaşanmadığını söyleyen Tahmaz, "Bir yerde devletle devlet arasında, devletle etnik bir kimlik veya devletle dinsel bir kimlik arasında savaşlar olabilir. Örneğin Myanmar’da, Filipinler’de devletle etnik ve dinsel kimlikler arasında yürütülen savaşlar görebiliyoruz. Türkiye’de ise, Kürt sorunundan dolayı farklı bir savaşın olduğunu görebiliyoruz. Bu ülkeye barış gelecekse tüm toplumsal kesimlerin rızasıyla gelebilecek bir şey bu” dedi.
“Devlet her başı sıkıştığında İmralı’nın kapılarını çalıyor” diyerek PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünün temel aktörü olduğunu söyleyen Tahmaz, İmralı’da yürütülen tecridin sona erdirilmesi ve temel aktör olarak Abdullah Öcalan ile müzakere yürütülmesi gerektiğini vurguladı.