Digor katliamı tanığı: Acılar taptaze duruyor 2017-12-08 09:06:20 KARS - Digor Katliamı tanıklarından Mehmet Çağdavul, üzerinden 24 yıl geçmesine rağmen acıların hala taptaze olduğunu söyledi. Çağdavul, “Asimilasyoncu ve katliamcı politikalar sürüyor. Bu halk, katliama rağmen nasıl geri adım atmadı, bugün de atmayacak" dedi.  Kars’ın Digor ilçesinde 14 Ağustos 1993 tarihinde devletin baskılarını ve koruculuk dayatmalarını protesto eden halka askerlerin müdahalesi sonucu 5’i çocuk 17 kişi yaşamını yitirmiş, 134 kişi de yaralanmıştı. Tarihe “Digor Katliamı” olarak geçen olay ilçenin belleğine kazındı.    Bundan 24 yıl önce Kocaköy (Nexşiwan) köyünde bir araya gelen yurttaşlar, Digor’a 3 kilometre kala kum ocaklarının bulunduğu mevkide askerler tarafından önleri panzerle kesildi. Etrafları yüzlerce asker ve panzerle sarılmasına rağmen ilçe merkezine doğru yürüyüşlerini sürdüren köylüler, henüz 10 metre ilerlememişken özel harekat timleri tarafından herhangi bir uyarı yapılmadan yaylım ateşine tutuldu. Ateş açılması sonucu 5’i çocuk 17 kişi yaşamını yitirdi, 134 kişi de yaralandı.    AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ    Katliama neden olan 8 özel harekat polisi hakkında, "Kasten öldürmek" ve "Kasten öldürmeye teşebbüs etmek" suçlarından dava açıldı. Sanık polisler savunmalarında, kitle içinden roketatar ve silahla ateş edildiğini iddia etti. Katliam sonrası özel harekatçıların kullandığı silahlara ait boş kovanların dışında ne roketatar ne de silahın izine rastlanmadı. 2006 yılında tamamlanan yargılamanın sonucunda, polisler hakkında "meşru müdafaa yaptıkları” gerekçesiyle beraat kararı verildi. Katliamda yaşamını yitirenlerin yakınları kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. AİHM, Türkiye'yi maddi ve manevi tazminata mahkum etti.    ‘YÖRESEL KIYAFET GİYEN KADINLAR HEDEF ALINDI’    Digor katliamı yaşandığı sırada 23 yaşında olan Mehmet Çağdavul (48), katliamın üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen yaşananları dün gibi hatırlıyor. Çağdavul, tanıklığını şöyle anlattı: “Yürüyüş sırasında özellikle kortejin ön tarafında yürüyen kadınlar ve gençlerin üzerine ateş ettiler. Yöresel kıyafet giyen kadınların tümü hedef gözetilerek ateş altına alındı. Ölenlerden bazılarının cenazesi askerlerin eline düştü. Bu cenazeleri hastaneden aldığımızda işkence edilmişti. İşkence, insan hakları heyetlerinin raporlarında da var. Yürüyüş esnasında tek bir kişi askerlere bir taş bile atmadı. Tamamen barışçıl bir eylemdi. Buna rağmen tarandık.”     ‘GERİYE KALANLARA DA EZİYET’   Kocaköy’den çoluk çocuk herkesin yürüyüşe katıldığını belirten Çağdavul, “Yürüyüş büyük bir coşku ve heyecanla başlamıştı. Çünkü halk artık kendi dilini, kültürünü istiyordu ve yeni şeyler öğrenmişti. O yürüyüşe herkes kendi isteğiyle katıldı. Yaşamını yitiren 17 kişi arasında 4 akrabam vardı. Bunlar; Hasan Çağdavul (42),  Gülcan Çağdavul (8) ile Selvi Çağdavul (14) ve Zeynep Çağdavul'du. Bunların acıları hala taptazedir. Aile olarak çok acı çektik. Bu yetmezmiş gibi akrabalarımız öldürüldükten sonra da devletin üzerimizdeki baskısı hiç bitmedi. Devlet sürekli ‘Niye yürüyüşe katıldılar? Ne işleri vardı orada?’ şeklinde baskı uyguladı. Devlet öldürdüğüyle kalmıyor, geri kalanlara da o dönemde eziyet ediyordu.”     ‘DEVLETİN BASKISINA KARŞI BİR YÜRÜYÜŞTÜ’   Yürüyüşün 1992 yılında Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerinde yapılan yürüyüşlerden farklı olmadığına dikkat çeken Çağdavul, yürüyüşün yıllarca süren devletin zulmüne ve baskısına karşı bir başkaldırı olduğunu söyledi. Devletin de bunu iyi bildiğini ve yürüyüşe tahammül edemediğini dile getiren Çağdavul, “Görkemli ve kalabalık bir yürüyüşü görünce neye uğradığını şaşırdı ve kitleyi açık alanda herhangi bir uyarı yapmadan taradı. Devlet o esnada bütün yolları kapatarak, yaralıların ölümüne seyirci kaldı ve hastanelere ulaşmasını engelledi. Yurttaşlar kendi imkanlarıyla hem cenazelerini defnetti hem de yaralılarını hastanelere kaldırdı” ifadelerini kullandı.    ‘BASKILAR DEVAM EDİYOR’   Devletin Kürtlere bakış açısının hiçbir dönem değişmediğinin altını çizen Çağdavul, “Devlet, Kürtlere asıl bakışını 1924 Anayasası ile ortaya koydu. Temel amacı asimilasyon, imha etme, yok etme, inkar etme ve baskı altına almadır. İnsanlar 1927’de sürgüne maruz kaldı, 1993’te de katliama maruz kaldı ve halen gözaltı ve tutuklamalarla bu baskılar devam ediyor. 1990’lı yıllarda yapılan katliamlardan sonra hak arayışı bir şekilde vardı ve insanlar haklarını Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM), Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) olmasına rağmen arayabiliyordu. Yani böyle bir ortam vardı. Ama şimdi böyle bir şey yok, şu an rehin alma durumu var. Mahkemelerin bağımsız ve özgür olduğuna artık kimse inanmıyor. Biz de bunu yaşayıp gördük” diye konuştu.    ‘BU HALK GERİ ADIM ATMAYACAK’   Devletin 1990’lı yıllardaki katliam ve yok etme politikasının bugün yaşananlardan hiçbir farkının olmadığını söyleyen Çağdavul, şöyle devam etti:“Roboski’de 34 sivil uçaklardan yapılan bombardımanda öldürüldü. Bunun gibi bir sürü sivil katliam yaşandı. Bu acıları cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere yaşattılar ve hala da yaşatıyorlar. Yani geçmişle bugün arasında ölümler noktasında hiçbir fark yoktur. Devlet öldürme politikasını sürdürüyor ve bunun en büyük örneği Roboski’dir. Bu halk katliama rağmen nasıl geri adım atmadıysa, bugün de mücadelesinden asla geri adım atmayacaktır.”    'POLİSLER KATİL OLARAK ANILACAK’    İnsan yaşamına son veren girişimlerin ne tazminat vermekle bitebileceğini ne de yaşanan acıları dindirilebileceğini söyleyen Çağdavul, AİHM’in Türkiye’yi mahkum etmesinin iyi bir adım olduğunu; ancak katliamın 8 polisin yargılanmasıyla sınırlı kaldığını belirterek, “Devlet, silah verdiği polisini bir halka karşı kullandı. Daha sonra polisleri koruma altına alarak yargıladı ve akladı. Ama o polisler kendi çocuklarının ve çevrelerinin yanında bu katliamın failleri olarak anıldı. Onlar ömür boyu da birer katil olarak yaşayacaklar” dedi.    ‘MÜCADELEYE BAĞLILIĞIMIZ ARTTI’   Kürtlerin kendi acılarını sözlü olarak yıllarca nesilden nesile taşıdığını ve acıları asla unutmadığını belirten Çağdavul, sözlerini şöyle noktaladı: “Acılarımız hala taptazedir. Bugün bölgenin hangi kentinde olursa olsun bir ölümü duyduğumuzda veya gördüğümüzde acılarımız tazelenir. Yaşamını yitiren kişi için ağlarız ve yaktığımız ağıtların içine o kişinin ismini de katarız. Yaşanan her ölüm sonucunda 1993’teki acıyı tekrar yaşıyoruz ve insanların acılarını biz de paylaşıyoruz. Bizim vicdan olarak rahatsızlığımız devletin kendi gücünü halkına karşı kullanmasıdır. Polisler, katil olarak kendi çocukları ve akrabaları içinde kalabilirler; ama vurulan insanların ailelerini bir an olsun düşünebiliyorlar mı? Düşünseler, vicdanen onlar da rahatsız olacaklar. Bizi hiçbir engel hak arayışımızdan ve mücadelemizden alıkoyamaz. Yaşanan katliamdan sonra insanlar gerçeği gördüler ve mücadelelerine daha da bağlandılar.”   MA / Mahmut Ruvanas