İki vazgeçilmez dost ve müsahip: Ramazan ve sapan 2019-04-07 09:12:30   DİYARBAKIR - Eski devirlerden beri bir savunma aracı olarak kullanılan sapan, Ramazan'da güvenin, hakikatin, kayıp zamanın, kirlenmemiş en arkaik yaşamın ve telmihlerin dışavurumudur. Öyle ki Eski Ahit'te geçen ve Elah Vadisi'nde dev cüssesiyle herkesin korkulu rüyası olan Golyat'ı ufak tefek cüssesi ile alt eden Davud'un sapanın güveninden öte bir töz, tin, inanç ve cesaret husule gelir O'nda.    Ramazan ve sapan; iki vazgeçilmez dost ve müsahip. Ne Ramazan onsuz yapabilir, ne de o Ramazan'sız bir şey ifade eder. Biri olmadan diğeri denizin ortasında rotasını kaybetmiş gemiye, notası eksik bir melodiye benzer. Ancak ikisi eşsiz bir melodi, ancak ikisi yelkenler fora olur. Zira bu bağ, 30-40 yıllık bir geçmişe, muhkem bir itikat ve kavle dayanır.   Onca yıldır elinden ve cebinden bir an olsun hiç düşürmediği sapanın çatal, lastik, sahtiyan ve gındaplarında yansımasını görür. Görür görmez kendisine, O'na aşık olur. Tıpkı suya eğildiğinde kendi yansımasını gören ve siluetine aşık olan Yunanlı Narcissus gibi. O'nsuz bir yaşam, açmaz ve çıkmazlara mahkum edilmiş bir denklem gibidir. Hiçbir madde, nesne, meta ve hiçbir varlık O'nun kadar ruhuna inememiştir ki yansımasını bulsun. Dolayısıyla bu kopmaz ve köklü bağ arkadaşlıktan öte bir yoldaşlık kavline dönüşmüş durumda.   SAPANI DIMDIM KALESİ, KENDİSİ XANÊÇENGZÊRÎN!   Belki de Mısır firavunu Tutankamun'dan öte bir tarihçesi olan ve eski devirlerden beri bir savunma aracı olarak kullanılan sapan, Ramazan'da güvenin, hakikatin, kayıp zamanın, kirlenmemiş en arkaik yaşamın ve telmihlerin dışavurumudur. Öyle ki Eski Ahit'te geçen ve Elah Vadisi'nde dev cüssesiyle herkesin korkulu rüyası olan Golyat'ı ufak tefek cüssesi ile alt eden Davud'un sapanın güveninden öte bir töz, tin, inanç ve cesaret husule gelir O'nda.   Teşbihte hata olmaz, sessizliğinin kulesine her çekilişinde ve kadim Dicle Nehri'nin kenarından topladığı seçme çakıl taşlarını pantolonun cebinden;  sapanını da gocuğunun iç cebinden her çıkarışında Bismil Ovası'nda sapanı bir korunma zırhı gibi Dımdım Kalesi'ne, kendisi de Tergever, Mergever, Biradost ve Uşnu'nun direnişçisi Xanê Çengzêrîn'e (Altın Elli Han) dönüşür.   1960'lı yıllarda Bismil'in Elûzê (Alluç) köyünde evin en büyüğü olarak dünyaya gelen Ramazan Sevim, küçük yaşlarda ailesi ile birlikte Bismil'e göç eder. Şuan her ne kadar kendisi "bizim mahallenin ismi artık Kobanê'dir" deyip Kobanê isminde ısrar etse de Dicle Nehri'ne sıfır olan Dicle mahallesinde ikamet etmekte.   'ASIL DELİ ONLARDIR'   Ramazan, büyük bir tutku ile bağlı olduğu, onun için bir gönül işine, vazgeçilmez bir dost ilişkisine dönüşen, ilçede onu görenlerin aklına ilk gelen sapanı ile nasıl tanıştığına ve onun için nasıl vazgeçilmez bir dosta dönüştüğüne dair ilkin çocukluğuna inip, "Küçükken köyde bana 'delidir' deyip sövüyor ve dövüyorlardı. Baktım olmuyor, ben de onların malına zarar vermeye başladım. Kâr etmeyince kendime sapan yaptım. Hâlbuki asıl 'deli' olan onlardı" diyor.    Sapanından dolayı birçok defa zorla Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne kaldırıldığını dile getiren Ramazan, "Hâlbuki asıl 'deli' olan onlardı" sözüyle aslında Michel Foucault'nun bir arkeoloji projesi olan Deliliğin Tarihi mefhumundaki "hastaneye kapatılan bu kişilerin tıbbi açıdan değil toplumsal ve ahlaksal bir hastalıkla suçlanmakta ve siyasi-iktisadi koşullarla belirlenen sınırları dışında kalmaktaydılar" hususunu ve teşhisini vurgulamakta ve Foucault'un mefhumunu desteklemekte.   Ramazan'ın, çatalını dut ağacından, lastiğini serum lastiğinden ve sahtiyanını eski deri kunduralardan yaptığı ve özsavunma dışında hiçbir şekilde kullanmadığı sapanın yanı sıra hayvanlarla da sıkı bir ilişkisi var.   'APO'NUN GÜVERCİNLERİ GİBİ'   Sapanını cebinden her çıkarışında yüzünde tebessüm beliren Ramazan, "Basmalı, Çakmaklı, Karaoğlan, Siyah, Mavi ve Taklacı güvercinlerim vardı. Eynê wek ê Apo bûn (Abdullah Öcalan'ın güvercinleri gibiydiler). Bana 'deli' diyenler güvercinlerimi çalıyorlardı. Onlar çaldıkça sapanımla üzerlerine gidiyordum. Baktım olmuyor birbirimizi öldüreceğiz, güvercin beslemekten vazgeçtim. Belek ve Hirço adında iki köpeğim de vardı. Onları çok seviyordum. Onları Tezeka (Aralık köyü, Dicle Nehri'nin öbür yakasında) köyüne götürüyordum. Ama onları da öldürdüler. Biliyor musun, bêyî çetelastîk qet nabe (Sapansız hiç olmuyor)" diyor.   MA / Rêdûr Dîjle