‘Dünyanın neresinde 7 senedir avukat girmeyen cezaevi var?’ 2019-01-22 10:22:56   ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecride ilişkin değerlendirmelerde bulunan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Özgür Faik Erol, “Dünyanın neresinde 7 buçuk senedir avukat girmeyen, 2 buçuk senedir aile girmeyen bir cezaevi var” diye sordu. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Özgür Faik Erol, İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi'nde 15 Şubat 1999'dan bu yana PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde devam eden ağır tecridi değerlendirdi. Tecrit kavramının bu güne kadar kullanılan halinin İmralı’da yaşananları tek başına karşılamadığını ve yetersiz kaldığını söyleyen Erol, İmralı’da uygulanan tecridin sadece cezalandırma değil yönetim tekniği olduğunun altını çizdi. Tecrit kavramının derinleştirilmesi gerektiği üzerinde duran Erol, şunları söyledi: “İmralı’nın 20 yılını tarif ederken, tecrit kavramını ağırlıklı olarak hukuksal bir zeminde kullandık. İmralı tipi mekânları –cezaevi bile demiyorum- tarif ederken aşırı hukuksallaştırılmış bir üslup ve söylemi takip etmek, bu mekânların ürettiği baskı, yasaklama, negatif kuralları tarif etmeye belki yarıyor ama sadece bununla sınırlıyor ve bu mekânların asıl olarak siyasetten, hukuken, politik olarak asıl ifade ettiği anlamı tam olarak ifade etmiyor. Dolayısıyla tecridin bir yönetim tekniği olarak tanımını yaparken, söylemeye çalıştığım husus, tecridin bu 20 yılda ürettiği, İmralı’da adeta bir deney laboratuvarı gibi, kendini üretme, kendini genişletme, kendini yayma biçimi üzerine bir tarif geliştirmektir. İmralı’daki bu yönetme tekniği, Türkiye’nin son 20 yılında giderek toplumun tamamında özellikle toplumdaki muhalif kesiminde yöneltilen bir yönetme biçimi haline geldi. Bu hali ile tecride tek başına ‘bir cezalandırma biçimidir demek’ yeterli gelmiyor.” ‘EN TEMEL İLKE ÖNCE İMRALI’DA KALDIRILDI’ Erol, İmralı tecridinin sadece dışarıdan içeriye, ya da içeriden dışarıya iletişimin engellenmesine odaklı bir yasaklama sisteminde ibaret olmadığını kaydetti. “İmralı tecridi önce cezaevlerinin yönetimine dair; daha sonrasında giderek cezaevinden çıkarak belirli mekânların, belirli kurumların hatta şehirlerin, bölgelerin ve toplumun yönetme biçimine dair bazı fikirler verdiğini gördük” diyen Erol, “yasalar karşısında herkes eşittir. Yasalar kişilere karşı kör durumdadır” şeklindeki temel hukuk ilkesinin ilkin İmralı’da ortada kaldırıldığını söyledi.  ‘BİR İSTİSNA KENDİNİ BU KADAR UZUN SÜRE YAŞATIRSA…’ Erol, şöyle devam etti: “Son 15 yılda yeniden yargılanma düzenlemelerinde tutalım, avukat ve müvekkil görüşmelerine kadar pek çok düzenlemenin sonuna adına ‘Öcalan yasaları’ ya da ‘Öcalan istisnaları’ dedikleri hükümleri koyarak Öcalan’ı ve İmralı’yı sürekli dışarda bıraktılar. Fakat bu bir teknik olarak sadece İmralı’da uygulandığı biçimde, herkesin kafasında şu geçiyordu; ‘Orası olağanüstü bir mekân dolayısı ile orada bazı istisnalar olabilir.’  Ama bu istisna kendisini bu kadar uzun yaşattığında, son 2,5 yıla geldiğimizde özellikle OHAL ilanında sonra çıkan yasalara baktığımızda yasaların hemen hemen tamamı kişiye özel yasalara dönüştü. Toplumda belirli bir grup insan dışlanıyor, belirli bir grup insanlar ihraç ediliyor, belirli bir grup akademisyen işlerinden ediliyor ve hapisse atılıyor. Ve bunlar KHK denilen kişiye ya da gruplara özel yasalar ile gerçekleştiriliyor.” ‘YASALLIK ZEMİNİN BİR AYAĞI ZAYIF KALDI’ İmralı’da gerçekleşen uygulamaların yasallık zeminin her zaman bir ayağın zayıf olduğunu söyleyen Erol, şunları kaydetti: “Olağan bir hukuk rejiminde idarenin tüm eylemleri belirli bir yasa ve kurala dayanmak zorundadır. İmralı’da ise, özellikle 2005 yılındaki süreçten sonra avukat ve müvekkil görüşmesinde herhangi bir yasal zemini olmadığı halde; bir görevli görüşmeye katıldı, görüşmeleri kaydetti ve bu İmralı’da gerçekleşen tüm görüşmelerde söz konusu oldu. Bunun bir yasal zemini yoktu. İnfaz kanununda ki bir maddeyi geniş yorumlayarak bunu yaptılar ama herhangi bir yasaya dayanmayan sadece bir idarecinin kararına dayanan bir uygulamaydı. Şimdi ilerleyen süreçte yine 2016 yılında OHAL yaygınlaştıktan sonra gördük ki, bu uygulamayı bütün cezaevlerine yaydılar.  Uygulamayı başlattıktan bir süre sonra bu uygulamanın KHK’sini de çıkarttılar. Esasen 2016 yılının avukat ve müvekkil görüşmelerinin kaydedilmesine ilişkin çıkan KHK’ler şunu itirafıdır; bu uygulamayı yasa dışı yaptık. Ama bu uygulama 11 yıl boyunca İmralı’da uygulanıyordu. İmralı’da olgunlaştırılan bu yasadışılık, topluma bir yönü ile de böyle yayıldı.” ‘OLAĞANÜSTÜLÜĞÜN BÜTÜN ZEMİNİ İMRALI’DA OLUŞTURULDU’ Erol, “ben yasaları kendi lehime geniş yorumlayabilirim” tekniğinin geliştirilmesinin de İmralı’daki uygulamaların üçüncü bir yönü olduğu söyledi. Erol, şöyle devam etti: “Yasalarda sadece,  özgürlükleri geniş yorumlayabilirsiniz. Yasalarda özgürlükleri sınırlandıran hükümleri olabildiğince dar yorumlanmak zorundadır. Bu Türkiye’de tersine döndü. Ve idare kendi özgürlük alanını genişletti. Kendi keyfiyet alanını genişletti. 2015-2016 yıllarında Silvan, Varto, Sur, Cizre, Nusaybin… Bu kentlerde sokağa çıkma yasakları ilan edilirken, bu kentlerdeki milyonlarca insan en temel anayasal hakları; yaşam hakkı, işkence ve kötü muameleye uğramama hakkı, konut hakkı, seyahat hakkı hangi yasa ile askıya alındı? İlan edilmiş bir OHAL yoktu o zamanlar. İl İdaresi Kanunu’nun 11/c hükmü olan  ‘Valiler kamu düzenin gerektirdiği durumlarda gereken tedbirleri alır’ biçimindeki düz ve son derece sınırlı bir cümleyi alıp, valinin kararı ile sokağa çıkma yasağı yetkisi verdi. Kast ettiğim geniş yorumlama budur. Bir idarecinin kararı ile milyonlarca insanın anayasal hakları rafa kaldırıldı. İşte İmralı’da başlayan bu geniş yorumlama uygulaması, Türkiye’nin tamamında sokağa çıkma yasaklarını uygulayabilen fiili, ilan edilmemiş bir OHAL olarak yansıdı.  Ondan sonra da OHAL zaten resmiyete döktüler. Olağanüstülüğün bütün zemininin, bütün şartlarının, bütün çekirdeğinin Türkiye’nin son 20 yılında İmralı’da oluşturulduğunu savunuyorum.” AİHM İLE CPT’NİN YAKLAŞIMI Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile Avrupa İşkencenin Önlemesi Komitesi’nin (CPT) İmralı’daki sürece yaklaşımlarını da değerlendiren Erol, “Bahsettiğimiz kurumların rollerini  sadece denetleme ve yargılama pozisyonu üzerinden değerlendirip, vermiş olduğu kararlardaki, hataları ya da adaletten yoksunluğu eleştirmekle yetinirsek, hukuksallaşmanın bizi içine düşüreceği durumla karşı karşıya kalırız” dedi. Bu kurumların hukuki ve politik yönlerinin olduğunu söyleyen Erol, “İmralı Cezaevinin kuruluş süreci, Sayın Öcalan’ın Avrupa’nın hemen hemen hiçbir ülkesinde tutulmaması ve Kenya’dan kaçırılarak Türkiye’ye getirilmesiyle başladı. Daha o dönemde Yunanistan, Almanya, Rusya,  Fransa, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinin kaçırılma sürecine eklemlenen tavırlarını biliyoruz. Sonrasında İmralı’daki sürece yaklaşımları da bundan çok bağımsız olmadı. Çünkü bu saydığımız ülkelerin hepsi, Avrupa Konseyi devletleridir. Ve CPT ile AİHM de Avrupa Konseyi’nin organlarıdır. AİHM VE CTP’NİN TAVRI 99’DAKİ TAVRIN DEVAMIDIR İmralı’nın 2011 yılına kadar tarihinde, bölük pörçük de olsa avukat görüşleri gerçekleşirdi. Bu dönemlerde belirli bir irtibat varken CPT hemen hemen Türkiye’ye yaptığı her ziyarette İmralı Adası’nı ziyaret eder, İmralı’nın durumunu gözlemlerdi. 2011 yılından itibaren İmralı’ya avukat götürülmemeye başlandı. 2015 itibari ile siyasi heyetlerin gidişi kesildi. Aile görüşmesi 2016 Eylül’de gerçekleşti ve üstüne üstlük 2016 Temmuz itibari ile bir darbe girişimi ve bir OHAL ilanı oldu. Bu dönemde 2016 yılından 2018 sonuna geldiğimiz dönem itibari ile CPT, Türkiye’ye dört defa geldi. İlginçtir daha önce İmralı’da görüşmeler yapıldığı dönemlerde İmralı’ya giden CPT, İmralı’ya görüşlerin tamamıyla kesildiği son 2 senede İmralı’ya tek bir defa bile gitmedi” diye konuştu. ‘DÜNYANIN NERESİNDE 7 BUÇUK YILDIR AVUKAT GİRMEYEN CEZAEVİ VAR?’ “Bu cezaevinin bağımsız bir gözle gözlemlenme ve denetleme ihtiyacı yok mudur” diye soran Erol,  “Dünyanın neresinde 7 buçuk senedir avukat girmeyen, 2 buçuk senedir aile girmeyen bir cezaevi var. Türkiye’nin mevzuatına göre avukatlar ile aile dışında gidip gözlemleyecek tek kurum olan CPT,  bu yetkisin kullanmaktan imtina ediyor” dedi. ‘CPT VE AİHM’İN TAVRI 99’UN DEVAMIDIR’ AİHM’in kimi kritik başvuruları çok kısa sürede gündemine aldığına işaret eden Erol, “AİHM, 7 buçuk senedir Avrupa sınırlarında avukat girmeyen bir cezaevinin olduğunu çok iyi bildiği halde, konuya ilişkin 2011 yılında yapılan başvuruları daha hükümete göndermemiş. Hükümetten bir yanıt dahi almamışlar. Aradan geçen 7 buçuk yıl içinde olağan prosedür nedir; başvuruyu alırsınız, hükümete gönderirsiniz. Hükümetin yanıtını alırsınız, daha sonra bir değerlendirme sürecine geçersiniz. 7 buçuk yıl önce yapılan başvuruyu daha hükümete bile göndermemişler. Bunun sebebi nedir? Ben bu durumu şuna çok benzetiyorum. Sayın Öcalan Yunanistan’a gittiğinde, Yunanistan’da olduğu süreçlerin tamamında ısrarla der ki, ‘Ben artık siyasi ve politik kişiliğimin ötesinde hayati tehlikesi olan bir insan olarak politik iltica başvurusu yapmak istiyorum.’ Bunu sözlü olarak söylüyor kabul etmiyorlar. Yazılı olarak veriyor işleme koymuyorlar. Hatta şunu dahi söylüyor. ‘Benim başvurumu alıp, incelemeye koyun daha sonrasında eğer isterseniz ret edersiniz. Ve siz bunu ret ettikten sonra arttık sınır dışı mı ediyorsunuz, iade mi ediyorsunuz ne yapıyorsanız yapın ama hukuk yollarını işlettin.’ Israrla işletmediler. Hiçbir başvurusunu almadılar ve kabul etmediler, işletmediler. Hukuk yollarını kapattılar. Ben bugün AİHM ve CTP’nin sergilediği tavrın esasen 99’daki o tavrın devamı olduğu kanaatindeyim” diye konuştu. ‘TECRİDİN DEVAMINA KATILMA’ Erol, AİHM’in 7 buçuk yıl önceki başvuruyu işleme dahi koymazken, 2008 yılında yapılan bir başvuruyu bir anda gündemine alarak, “İmralı’da kötü muamele yaşanmamış” şeklindeki kararına dikkat çekti. Erol, “Olaya dair üçüncü bir tanıklığın olmadığı mekanda, olayın nasıl gerçekleştiğini nasıl anlarsınız? Olayın gerçekleştiği kişilerin beyanlarına başvurursunuz. Mekandaki teknik araçları incelersiniz. Bu konuya dair yürütülen soruşturmada ikisi de yapılmadı. Sayın Öcalan’ın ifadesi alınmadı. İmralı’nın her yerin kameralarla kaplı ama incelemediler. AİHM, ‘neden ifade alınmadı, kameralar incelenmedi’ demedi. AİHM’in kararını özcesi şudur: Mevcut tecrit şartları altında biz İmralı’da kötü muamele gerçekleştiğini düşünmüyoruz. Biz bu hukuksal kararın, politik karşılığının ‘mevcut durum (tecrit) devam edebilir’ kararı olarak görüyoruz. Bu kendi hukukunu dahi işletmemedir. Dolayısıyla bu tavrı adalet yoksunluğu olarak değerlendiremeyiz. Hukuki ve politik olarak İmralı’nın kuruluşuna, tecridin devamına katılma olarak değerlendirebiliriz” şeklinde konuştu. ‘YASAL HAKLARIN KULLANDIRILMASI TALEBİ MEŞRUDUR’ Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlayan açlık grevlerine dair konuşan Erol, “Eylemler konusunda şunu çok açıkça ifade etmek gerekir; dünya siyasal tarihi hak mücadeleleri tarihidir. Hak mücadeleleri hak alanını genişletmek için yapılır. Ama maalesef Türkiye gerçekliğinde şöyle bir sorun var. Buradaki eylem, var olan yasal hakların kullandırılması talebine dayanacak kadar meşru bir eylem. Buna dikkat etmek gerekir. Burada herhangi var olan haklara yeni bazı hakların eklenmesi gibi bir talep yok. ‘İmralı’da yasal hakları teslim edin’ deniliyor. Yeni bir hak tanıyın oraya şu gelsin şu gitsin gibi yeni bir talep değil. Ailesiyle görüşmek yasal hakkı mıdır? Avukatı ile görüşmek yasal hakkı mıdır? Dünya ile iletişim halinde olmak, toplumla belirli ölçülerde iletişim dâhilinde olmak yasal hak mıdır? Yasal haklarını kullandırın. Bu da maalesef sanırım bizim ülkemizin trajik gerçekliğimizden kaynaklanıyor. İnsanları yasal haklarını kullanmak için kendi bedenlerinden taviz verebilecek kadar bir direnme süreci içerisine giriyorlar” dedi. MA / Selman Güzelyüz