ANKARA - Kürtlerin devletin zor ve zulmü ile yeni karşılaşmadığını vurgulayan DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, “1990'lardan bugüne yeni yol ve yöntemlerle tasfiye politikası güncellenmiştir. Ama Kürtler kendi küllerinden yeniden dirilişi başarabilen bir halktır” dedi.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma kapsamında 23 Aralık’ta Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Genel Merkezi ve 9 il örgütü binasına yapılan polis baskınıyla Kürt siyaseti “KCK” adı altında 2009 yılında gerçekleştirilen operasyonun yıldönümünde hedef alındı. Diyarbakır Emniyeti’nde 4 gün boyunca gözaltında tutulan DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır ile Amed İl Eşbaşkanı Hayrettin Altun tutuklandı, 13 DBP’li siyasetçi ise serbest bırakıldı. Parti tüzüğünün soruşturmaya konu edilmesi dikkat çeken soruşturmada, 2008’de Barış ve Demokrasi adıyla kurulan, 2014 yılında tüzük değişikliğiyle DBP adıyla demokratik siyaset çalışmalarına devam eden partinin kimler tarafından nasıl kurulduğu soruldu.
2011 genel seçimlerinde 27 milletvekili ile Meclis’e giren BDP, 2014 yerel seçimlerde ise 104 belediye kazandı. 2014 yılında BDP milletvekilleri HDP’ye geçerken, AKP’nin devreye koyduğu topyekûn savaş konseptinin devam ettiği 11 Eylül 2016’da, DBP’li 104 belediyeden 96’sına kayyım atandı. Saldırıların ilk olmadığı DBP’ye yönelik gözaltı ve tutuklamalar hiç bitmedi. İlk olarak 6 Kasım 2016’da partinin Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, 13 Mayıs 2016’da partinin Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, 24 Mayıs 2020’de ise partinin Eş Genel Başkanları Mehmet Arslan ve Gülcihan Şimşek tutuklandı.
2016 yılından bu yana cezaevinde tutulan DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, tutuklu bulunduğu Sincan Cezaevi’nden partisine yönelik saldırılara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
DBP’nin önemine değinen Tuncel, “Kürt ve Kurdistan halkının siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel sorunlarına çözüm üretmek, politikalar geliştirmek, yerel demokrasi, kadın özgürlükçü ve ekolojik bir yaşamı inşa etmek, toplumsal barışı geliştirmek için mücadele etmektedir” dedi.
DBP’NİN MÜCADELESİ
Tuncel, Kürt sorununun ortaya çıkışında Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar “merkezileşme ve farklılıkları yok sayan tekçi otoriter politikaların” rolünün büyük olduğunu vurguladı. Tuncel, DBP’nin mücadele alanına dair şunları söyledi: “DBP, Kürt halkının dil, kimlik ve kültür hakları etrafında öz örgütlüğünü geliştirmesi, varlığını koruması ve kendi kaderini belirlemesi açısından öz/özerk yönetimin sağlanmasının hem Kürt sorununun çözümünü sağlayacağı hem de Türkiye'yi demokratikleştireceğini savunmakta ve bunun için mücadele etmektedir. Bu yönetim, dünyanın birçok ülkesinde de sorunların çözümünde başvurulan yöntemdir. Merkezin yetkisinin azaltılarak yerelin güçlendirilmesi, hakların kendi varlıklarını, dilini, kültürünü koruyarak, kendi kendini yönetmesi demokratik yönetimlerin de bir gereğidir. Farklılıkları yok etmek, asimile etmek değil, farklılıklarla eşit özgür yurttaşlık temelinde, demokratik bir yönetimle toplumsal ve siyasal sorunların barışçıl yöntemle çözülmesi açısından önemlidir. Aksi durum yani bir halkın varlığına, kimliğine, kültürüne yönelik her türlü saldırı doğal olarak bir direnişle karşılaşır.”
‘KÜRTLER İMHAYA KARŞI DİRENİYOR’
“Kürt halkı da 2’nci Mahmud’un merkezileşme politikasıyla gelişen, İttihat ve Terakki’nin Türkleştirme politikasıyla derinleşen inkar, imha ve asimilasyon politikalarına karşı direnmektedir” diyen Tuncel, “AKP-MHP Ergenekon ittifakı da Kürtlerin siyasal, ekonomik, kültürel olarak Kürt varlığı adına ne varsa ortadan kaldırarak, Türk-İslami dinci bir rejim inşa etmek istiyor. Kürtlerin kurduğu siyasi parti, dernek ve kurumları da bu politikanın önünde engel olarak görüyor. O nedenle de hedef alıyor. En son DBP’ye yönelik saldırıların Eş Genel Başkanımız Keskin Bayındır ve il eş başkanlarımızın gözaltına alınması da bu politikadan bağımsız değil” ifadelerini kullandı. Kürtlerin örgütsel yapılarına, siyasi partilerine yönelik 1990'lı yıllardan bugüne sistematik bir devlet şiddetinin uygulandığına dikkat çeken Tuncel, “Bu politika Kürtlerin mücadelesi ve direnişi karşısında kısa süreli kesintiye uğrasa da sistematik olarak sürdürülmektedir” diye belirti.
‘KÜRT KÖKENLİ TÜRK YARATMA POLİTİKASI’
Demokratik bir yönetim ve toplumsal barışın inşasında siyasi partiler, kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin önemli bir rolünün olduğunu vurgulayan Tuncel, devletin de bunu bildiği için önce bu yapılara saldırdığını kaydetti. Tuncel, şöyle devam etti: “Ancak kendi olabilen, kendi dili, kimliği ve kültürüne sahip çıkan bir toplum özgürleşebilir. Varlığı olmayanın özgürlüğü de olamaz. AKP-MHP iktidarı, son dönem yürüttükleri politikalarla Kürtleri kendi olmaktan çıkarmak, kendine yabancılaştırmak, ‘Kürt kökenli Türkler’ haline getirmek istiyor. Bunun için de hem içeride hem dışarıda Kürtlere karşı amansız saldırıyor. Kuzey ve Doğu Suriye'de Kürtlerin statüye kavuşmasını engellemeye çalışıyor. Güney Kurdistan'da ise Federal Kurdistan yönetimi ile KDP ile işbirliği yaparak, Kürtleri birbirine çatıştırıyor. ‘Bira kûjî (kardeş kavgası) bitti’ derken, KDP yönetimi eliyle güncellenmiş bir ‘bira kûjî’ politikası geliştirerek, Kürtler arası birliği engellenmiş oluyor.”
İKTİDARIN KÜRT POLİTİKASI
Türkiye içerisinde yaşayan Kürtlere karşı da acımasız bir baskıcı zor politikasının uygulandığını dile getiren Tuncel, kayyımlarla, halk iradesinin gasp edilerek kendi kendini yönetme araçlarının ortadan kaldırdığını belirtti. İktidarın, Kürt halkının siyaset yapmasını, yönetimlerde yer almasını, kamusal alanda var olmasını engelleme politikası yürüttüğüne değinen Tuncel, “İşe girenlerden adli sicil ya da arşiv kaydı istenmesi, Kürtlerin kitlesel olarak kriminalize edilmesidir. En son İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan Kürtlerin tamamının ‘terörle iktisatlı’ denilerek hedef gösterilmesi, sadece kamunun değil, özel sektöründe Kürtleri işe almakta imtina etmelerine yol açıyor. Kürtler, siyaset yapma hakkı elinden alınmaya çalışıldığı gibi en temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak ekonomik olanaklarından da mahrum bırakılıyor. Yaşamanın tek yolu iktidar politikalarına biat etmek olarak gösteriliyor. Kürt halkının kamusal alanda, medyada görünürlüğü ortadan kaldırılıyor. Bu politikalarını süreklileştirmek için de Kürt siyasi hareketine, demokratik siyasete sürekli operasyonlar yapıyor partilerini kapatıyor” sözleriyle iktidarın Kürtlere yönelik politikasını anlattı.
‘ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR ANAYASA’
Kürtlerin sorunlarını gündemleştirmesi ve çözümü için önemli bir mücadele aracı olan siyasi partilerinin hedef alındığını dile getiren Tuncel, 1990’lardan bu yana partilerinin kapatılmasına rağmen demokratik siyasette ısrar ettiklerinin altını çizdi. Devletin ise imha, inkar ve asimilasyonda ısrar ettiğini kaydeden Tuncel, “Köklü bir değişim, yani Kürtler eşit özgür yurttaşlar olarak kabul edilmedikçe, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir anayasa gelişmediği sürece, devletin Kürtlere yönelik politikasının değişmesi zor görünüyor. Türkiye'de halkların eşitliği, özgürlüğü ve kardeşliğinden yana olan siyasi hareketlerin kendilerini toplumsallaştırarak, Türkiye halkını örgütlemeleri hem Kürt sorununun çözümü hem de Türkiye'nin demokratikleşmesi, özgürlükçü bir anayasa için olmazsa olmazdır. Ne yazık ki Türkiye'de sol sosyalist güçlerin zayıflığı, sosyal demokrat bir parti olan CHP'nin kendisini merkez sağın masasına atması da siyasetin demokratikleşmesi, demokratik cumhuriyetin inşasını geciktiriyor” dedi.
‘KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIM DEĞİŞMEDİ’
DBP’ye yönelik saldırının 24 Aralık 2009’da “KCK” adı altında yapılan operasyonun tarihine denk gelmesinin bilinçli bir politika olduğuna işaret eden Tuncel, “İktidar açısından Kürt sorununa yaklaşım değişmedi. Dönem dönem Kürt sorunu için atılan bazı adımlar da esasta sorunun çözümünün değil, Kürtlerin tasfiyesinin hedeflendiği, günümüzde daha net ortaya çıkmış durumda. Kürt halkının direnişi, mücadelesi devletin şiddet politikalarında istediği sonucu alamamasıyla, dönem dönem diyalog, yumuşama siyaseti, tasfiye politikasının bir parçası olarak devreye konmuştur” diye aktardı. “Çözüm” adı altında yürütülen süreci hatırlatan Tuncel, “2013-2015 yılları arasında Sayın Öcalan’la yürütülen diyalog sürecinin Dolmabahçe Mutabakatı ile müzakereye geçmesi beklenirken, Erdoğan tarafından masanın devrilmesinin, Sayın Öcalan üzerinde mutlak bir tehdit uygulanmasının nedeni de budur. Toplumda güçlü bir çözüm iradesinin, eşit haklara dayalı bir arada yaşama iradesinin açığa çıkması iktidarın hedeflediği politikanın aksine bir sonuca yol açması iktidarı korkutmuştur” ifadelerini kullandı.
‘BİR ARADA YAŞAMA İRADESİ’
Türkiye toplumunda bir arada yaşama konusundaki güçlü iradenin aksine Cumhur İttifakı’nın kendi geleceğini toplumsal kutuplaşma, savaş ve çatışmada gördüğünü vurgulayan Tuncel, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tekçi, otoriter, faşizan bir rejimin inşası için gerekli olan düşman olarak da en elverişli konumda Kürtleri görmektedir. Kürt siyasetine, kadınlarına, kurumları ve dostlarına yönelik sistematik olarak yürütülen gözaltı ve tutuklamalar da bu politikanın bir sonucudur. DEP’e yönelik 2 Mart darbesinden bugüne devlet zihniyetinde Kürt halkının kendi varlığını koruması, örgütlenmesi, siyaset yapması ve kendi kendini yönetmesi konusunda stratejik olarak bir değişim olmamış, aksine 1990'lardan bugüne yeni yol ve yöntemlerle tasfiye politikası güncellenmiştir. DEP’i kapatan zihniyet, bugün de HDP'yi kapatmak için uğraşıyor.”
‘ESAS OLAN HALKTIR’
Kürtlerin devletin zor ve zulüm politikalarıyla yeni karşılaşmadığını vurgulayan Tuncel, bu politikalara karşı direnişinin de yeni olmadığının altını çizdi. Tuncel, şunları söyledi: “Kürt halkının mücadelesi, direnişi, diline, kültürüne, kimliğine sahip çıkması devletin politikalarını boşa çıkarmış ve bazı adımlar atılmasına yol açmıştır. Devletin şimdi yapmak istediği, bu mücadele azmini başarabilme umudunu kırmaktır. O nedenle Kürtlerin bin bir emekle elde ettiği kazanımlar hedef alınmaktadır. ‘Ne yapsak da boş’ duygusunu yaratmak istiyorlar. Ama unuttukları bir şey var; Kürtler kendi küllerinden yeniden dirilişi, doğuşu, başarabilen bir haktır. Partileri, kurumları kapatılabilir, toplumun öncüleri, siyasetçiler, aydınlar hapsedilebilir ama esas olan haktır. Üstelik Kürt halkı, politik bir halktır iradesine ve geleceğine zamanı geldiğinde sahip çıkmıştır, çıkacaktır. Partiler, kurumlar bir araçtır. Özgürlük mücadelelerinde ısrar eden halkımız bunun için mutlaka yeni araç ve yollar bulacaktır.”
‘MÜCADELE İKTİDARIN DEĞİŞİME YOL AÇACAK’
Kobanê Davası, Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik kapatma davası, TJA ve DBP’ye yönelik saldırıların bir plan dahilinde yürütüldüğünü ifade eden Tuncel, “Esas amaç; Kürt demokratik siyasetini tasfiye etmek. Bu saldırıların Kürtleri, kadınları, siyasetçileri mücadelesinden vazgeçirebilir mi? Tabii ki hayır. Biz bir halk hareketiyiz. Demokratik siyaset kurumları, halkın bağrından çıkmış ve halkımızın eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış ve adalet taleplerini karşılamak, ekonomik refahını sağlamak için mücadele araçlarıdır. Gözaltı, tutuklamalar, kurumlarımızın kapatılması mücadelemizi engellemek için şöyle dursun, öfkemizi büyütmektedir, mücadele azmimizi güçlendirmektedir. 2023 yılına girerken, bu mücadele iradesi ve azmin, Türkiye'de demokrasi kanallarının açılması, demokratikleşme için bir yol açacak ve iktidar değişimine vesile olacağına inanıyorum. Bugün Kürtlerin örgütlü gücünün de yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı, demokratik Cumhuriyetin anahtarı, hak ve özgürlüklerin, barışın, adaletin, ekonomik refahın sağlanmasında kilit bir roldedir. Halkımızın, kadınların, Alevilerin, ekoloji hareketlerinin, sınıf mücadelesi üretenlerin oluşturduğu bu birlikteliğin bu zulüm düzenine son vereceğine inanıyorum, tüm halkımızın, kadınların yeni yılını kutluyorum” mesajı gönderdi.
PARİS’TEKİ SALDIRIYI KINADI
Tuncel, Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi'ne yönelik ırkçı saldırıyı kınayarak, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Saldırıda katledilen yurttaşlarımızı saygıyla anıyor, Kurdistan halkına, ailelerine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Maraş katliamından Sivas'a, Roboski katliamdan Paris katliamına halkımıza yaşatan tüm acıların son bulması, hesaplarının sorulması için mücadele etmeye devam edeceğiz.”
MA / Zemo Ağgöz