'Savaş, göç, mültecilik kıskacında emek sempozyumu' sona erdi

img

İSTANBUL- “Savaş, göç, mültecilik kıskacında emek Sempozyumu"nda konuşan ILO Türkiye Ofisi Uzmanı Billur Pınar Eskioğlu, mülteci kadınların yaşadığı ilk ve en önemli sorunun dil sorunu olduğunu söylerken, Sosyolog Doç. Dr. Emel Coşkun ise çok dilli kriz merkezlerinin oluşturulması gerektiğini belirtti.

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Şişli’de bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Savaş, göç, mültecilik kıskacında emek” başlıklı sempozyum gerçekleştirdi. Sempozyumun ikinci gününün birinci oturumunda, moderatörlüğünü İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri’nin yaptığı “Göçmen kadınların yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri” başlığı tartışıldı. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisi Uzmanı Billur Pınar Eskioğlu, Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Aktükün, Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi üyesi Doç. Dr. Çağla Ünlütürk Ulutaş, Doç. Dr. Emel Coşkun’un konuşmacı olarak katıldığı sempozyuma, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Göçmen ve Mülteciler Komisyonu Eş Sözcüsü üyesi Elif Bulut, Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Cavit Uğur, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’un yanı sıra birçok sendika ve sivil toplum örgütü temsilcisi de yer aldı.

KADINLARIN İSTİHDAM ORANI DAHA DÜŞÜK

Sempozyumda ilk olarak söz alan ILO Türkiye Ofisi Kadın Uzmanı Billur Pınar Eskioğlu, Türkiye'deki mülteci kadınların istihdam oranının erkek mültecilere göre daha düşük olduğunu vurguladı. Suriyeli kadınların yüzde 50’nin istihdamda yer almadığını belirten Eskioğlu, “ILO'nun Ocak 2021 başlarında, dünyadaki tüm çalışmaların yüzde 93'ünün pandemiyle ile ilgili birtakım işyeri kapatma önlemlerinin uygulamada olduğu ülkelerde yaşamakta ve uluslararası göçmenlerin birçoğu en kırılgan olanlar arasında yer alıyor. Birçok bölgede uluslararası göçmen işçiler işgücünün önemli bir bölümünü oluşturmakta, vardıkları ülkelerin toplumuna ve ekonomisine hayati katkılar yapmakta, sağlık hizmetleri, ulaşım, hizmetler tarım ve gıda işleme gibi kritik sektörlerde zorunlu işlerde çalışmaktadır. Yine de birçok göçmen işçi çoğunlukla geçici, kayıt dışı veya korumasız işlerde çalışıyor. Güvencesizlik, işten çıkarılma ve ağırlaşan çalışma koşulları bakımından da daha büyük risklere maruz kalıyorlar” şeklinde konuştu.

MÜLTECİLERİN DİL SORUN

 İLO’nun 15 beş ilde mültecilere yönelik yaptıkları saha çalışmalarını aktaran Eskioğlu, “Yaptığımız çalışmalarda mülteci kadınların yaşadığı ilk ve en önemli sorun dil sorunudur. Mülteci kadınlar bulundukları alanlarda kendilerini ifade etmesi, çalışma hayatına atılması açısından dil çok büyük bir engel teşkil ediyor. Bunun için dil kursları, beceri kursları veriyoruz. Mesleki eğitimleri yapıyoruz. Bu çalışmalarımız sadece mülteci kadınlar Türkiyeli ve diğer mülteci kadınlarla bu çalışmaları yaparak bir farkındalık yapmaya çalışıyoruz” diye belirtti. 

TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ

Akademisyen Sosyolog Doç. Dr. Emel Coşkun da, Türkiye'deki mülteci kadınların daha düşük ücretle çalıştırıldıklarını belirterek emek sömürüsüne maruz kaldıklarını kaydetti. Kadın emeği üzerinde büyük bir baskı ve sömürü olduğuna dikkat çeken Coşkun, “Toplumsal cinsiyet eşitsizliği en çok kadınları etkiliyor. Daha çok ev işi hasta bakımı gibi hizmetlerini kadın üzerinden sürdürüldüğünü görüyoruz. Uluslararası göçmen politikalar göçmen kadınları bir yere hapis ettiğini görüyoruz. Devletler kadınların çalışmasına izin verse  dahi daha çok ev içi hizmet, turizm gibi yerlere yönlendiriyor. Özellikle kadın göçmenlerin çalıştığı yerlerde  bu ataerkil ve cinsiyetçi anlayışın hakim olduğunu görüyoruz. Kadınlar yaşadıkları bu toplumsal cinsiyet zulmünden dolayı koruma alamıyor çünkü ciddi yapısal sorunlar var” dedi.

ÇOK DİLLİ KRİZ MERKEZLERİ

Coşkun, kadın mültecilerin yaşadığı bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerini ise şu şekilde sıraladı: “Başta kadınların erişebileceği çok dilli ve sivil ve çok dilli bir kriz merkezi oluşturulmalı. Sınır dışı  korkusu olmadan kadınları uğradıkları sömürü ve taciz tecavüzü şikayet edebilmeli ussal destek mekanizmaları kurulmalı ve yine toplumsal cinsiyete dayalı şiddete uğrayan kadınlar özel destek hizmetleri barınma işgücü erişimi sağlanmalı.”

‘MÜLTECİLİK STATÜSÜ VERİLMELİ’

Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Aktükün, Türkiye’de yaşayan mültecilerin koruma statüsünün verilmemesinin yarattığı sorunlara değindi. “Mültecilere yönelik uluslararası bir politikasızlık söz konusu” diyen Aktükün, “Bilinçli yapılan bu politikasızlık da bir politikadır. Binlerce insanın hayatını değiştirmemek demek, gelecek olan mültecilerin de aynı sorunları yaşayacağı anlamına gelir. Birleşmiş Milletler (BM) buradaki mültecileri yalnız bıraktı. Yaşanan bütün göçler politik bir sorundur ve aynı zamanda sınıfsaldır. Bu sorunların çözümü de politiktir. Bu yüzden bütün ülkeler kendi ülkelerinde bulunan mültecilere mültecilik statüsü vermesi gerekiyor.  Mesele politiktir bu yüzden bu konuları politik zeminde konuşmak ve tartışmak geriyor. Türkiye'deki mülteciler mülteci değildir. Bunun yasal zeminde statüye kavuşmadığı sürece buradan bunu konuşmak anlamsızdır. Bu statüsüzlük durumu aynı zamanda bir hukuksuzluğu da beraberinde getiriyor” ifadelerini kullandı.

GÖÇ YOLLARINDA TECAVÜZ

Mülteci kadınların geldikleri göç yollarında tecavüze uğradığını dile getiren Aktükün sözlerine şöyle sürdürdü: “Tecavüze uğrayan kadınlar geldiklerinde o gebeliği sonlandırmak imkansız. Doğum yaptıktan sonra bebeğini  koruma altına alması ve onu bir yere vermesi için baba adı soruluyor. Kadınlarla bunu söylemek istemiyor. Çünkü söyledikleri zaman kendi aileleriyle yasacakları sorunlardan korkuyorlar. Yine kadınlar yerli erkeklerle evlendiklerinde uğradıkları şiddeti anlatacak bir mekanizma bulamıyorlar. Çünkü evli oldukları erkekler polise gidersen sınır dışı edileceksin mehdiyle karşı karşıya kalıyor ve kadınlar yıllarca o şiddet boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Bunun altını çizmek gerekiyor; politik bir meseleyi politikanın dışında tutamayız. O yüzden biran önce mültecilik statüsü ile ilgili mevzuatın değişmesi ve daha kapsayıcı hale gelmesi gerekiyor.” 

İSTİHDAM ALANI PARÇALANIYOR

İkinci oturumda konuşan EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz de Türkiye’de kamu emekçilerinin istihdam ve iş alanın parçalandığını aktardı. Bu parçalanma ve yönelim içerisinde bir örgütlenme stratejisinin gerekliliğini ifade eden Akdeniz, “Bu örgütleme stratejisine başlamadan önce uluslararası sermaye ve onun bir kolu olarak Türkiye burjuvazisi ve finans sektörü başladılar. Türkiye’de sendikacılığa baktığımız zaman üç tip sendikacılık örneği örüyoruz. Bunlardan birincisi hükümetin arka bahçesinde yer alan HAK-İŞ ve Memur-Sen bu anlayışa göre mülteciler vardır ama eşit hakları yoktur. Özellikle çalışma alanlarında bir eşitlik yoktur. Yurttaş olan ve olmayan ayrımı vardır ve onlar tebadır. İkinci sendikal anlayış Türk işçisi dururken bide yabancılarla mı uğraşalım diyen Türk milliyetçiliğini esas alan sendikal anlayıştır. Üçüncü anlayışa göre ise işçi enternasyonalizmin savunan anlayıştır” dedi.

SENDİKAL ZEMİN VURGUSU

Türkiye’de işçi ve emekçilerin sorunlara çözüm bulunması noktasında daha demokratik ve bütünleştiren sendikalara ihtiyaç olduğunu aktaran Akdeniz, “ Türkiye’de daha güçlü bir işçi örgütlenmesi sağlayacak, din, dil ve ırk ayrımı yapmadan bütün işçiler ortak payda da örgütlemeye çalışan DİSK’te bu anlayışı görüyoruz. Ama buna pratik sahada baktığımızda daha yolun çok başında olduğumuz ve çok mesafe almamız gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda saydığım  üç anlayışı ortaya koyduğumuzda bir sendikal ayrım yapılmadan, hepsini birleştiren bir sendikal zeminin oluşturulması gerekiyor. Kürt düşmanlığı başta olmak üzere mezhep, ırk ve mülteci düşmanlığına karşı bir turnusol kağıt olma görevini gören güçlü bir sendikal anlayışa ihtiyaç var” dedi.

KÜRTLERİN YAŞADIĞI GÖÇ POLİTİKASI

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Cavit Uğur ise, göç ve mültecilik sorununun politik bir mesele olduğunu ve politik bir zeminde çözülmesi gerektiğinin altını çizdi. Uğur şöyle devam etti: “Göç derseniz önce Kürtlerden bahsedeceksiniz. Yıllardır sürdürülen kirli savaşın acısıyla boşaltılan köyler, orada oraya savrulan insanlardan bahsedeceksiniz. Başta devletin tarihten devir aldığı iskan politikalarını her ne kadar yurttaş olsalar da göç ettirildikleri için hayatları ve yaşamları başkalaşmış insanlarıdır. Bu açından Kürtlerden bahsetmeksizin göç politikasını belirleyemezsiniz. Mültecilik konusu aynı zamanda sınıfsal bir konudur. Dolayısıyla biz işçilerin emekçiler olarak sınırların kaldırılmasını istiyoruz. Sınırları yok sayıyoruz ve buraya gelen her mülteci bizim de yurttaşımızdır ve bunun sorumluluğu bizdedir.”

 YENİ POLİTİKALAR ÜRETMEK

AKP iktidarının göçmen politikasını eleştiren HDP Elif Bulut, “Biz mülteciler konusunu buna yönelik politikaları daha fazla konuşmalıyız ve kalıcı çözümler için daha çok çaba harcamalıyız. Biz sadece mültecileri kendi ülkelerine göndermesi  üzerine politika yapamayız. Türkiye'deki vatandaşlarla aynı hakları nasıl kullanabileceklerini buna nasıl ulaşmaları konusunda Türkiye siyasetini söz söylemesi gerekir. Biz burada kalmak isteyen mültecilerin nasıl bir uyum kurabileceğiz bunun üzerine politikalar üretmemiz gerekiyor. Diğer önemli bir konu ise kadın mültecilerin yaşadığı sorunlardır. Savaş bütün yükü kadınların üzerine yükler tacizin, tecavüzün daha çok güncelleştirilmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nde göçmen ve mülteci kadınlara yönelik maddeler varken, Türkiye tüm kadınları korumasız bırakacak bir politikayı izlerken bir yandan da göçmen ve mülteci kadınları da cezalandırıyor. Bu ülkede yaşanan tüm hak kayıplarının çözümü siyaseten dilendirmek ve buna ilişkin politikalar üretmektir” şeklinde konuştu.

‘FATURA YOKSULLARA KESİLİYOR’

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da, bütün sorunların kaynağında iktidar partisinin ve bugünkü siyaset kurumunun olduğunu vurguladı. Kaftancıoğlu, “Yaşadığımız bütün sorunların çözümü de ülkeyi yönetenlerden geçiyor. Belirli konularda siyasetin, karar verebilmesi için sorunlara doğru bir bakışla ele alınıp toplumsallaştırıldığında iktidarların ülkelerin yada siyaset kurumunun sorunları çözmesi mümkün oluyor. O nedenle bu buluşmaları hem bir kadın olarak hem de bir siyasetçi olarak çok önemsediğimi altını çiziyorum. Savaşları zenginler çıkarır yoksullar ölür. Toplumların en mağduru kadınlar ve çocuklar oluyor ve mağdur edenlerde genelikle yoksullardır. Ne yazık ki iktidarların yaptığı politikalar yüzünden mağdur olanlar özellikle ülkemizde faturayı yoksullara, mağdurlara  kesiyor” dedi.

‘MÜLTECİ SORUNU MEZE OLARAK KULLANILIYOR’

Hrant Dink'in “Ermeni meselesi bizim bu topraklarda hep birlikte çözeceğimiz bir mesele. Avrupa ülkelerinin masalarında meze olarak ele alınacak bir mesele değil” sözlerine atıfta bulunan Kaftancıoğlu, “Mülteci, göç ve savaş konusu ne yazık ki, emperyalist ülkelerin çıkarları için kullandıkları bir meze. Ama bizim ülkemizde bir kişi tarafından bilinen yada bilinmeyen, görünen ya da görünmeyen yerlerde meze olarak kullanıldı. Sorunun ana kaynağı budur. Ülkemizdeki emek, mülteci ve savaş sorunu yaşandığını hepimiz biliyoruz. Ve emek eksenli ve insan hakları ekseninde baktığımızda bütün sorunların çözümü daha da kolaylaşacaktır. Sorun ne olursa olsun doğru bir perspektif ve evrensel bir bakışla ele aldığımızda her şey çok daha çözülecektir” diye konuştu.

Yapılan konuşmaların ardından sempozyum soru cevap şeklinde sona erdi.