ANKARA - İran ve Türkiye arasında Federe Kürdistan referandumu karşıtlığı üzerinden geliştirilen yeni ilişki ve ittifak, iki ülke arasında yaşanan bütün çelişkilere ve güvensizliğe rağmen başarılı olur mu?
Önce Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Tahran’ı ziyaret ederek, Federe Kürdistan’da yapılan referanduma ilişkin bölgesel güçlerin rahatsızlığını gösteren bir fotoğraf yansıttı. Türkiye ve İran, referanduma karşı bazı mesajlar verdi. Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile yaptığı görüşme sonrası referandumu İsrail girişimi olarak nitelendirerek, “İsrail istihbaratı ile alınan kararı gayri meşru olduğunu” ileri sürdü. Erdoğan, Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik İran ve Irak ile birlikte ağırlaştırılmış kimi adımlar atacaklarını da söyledi. İran tarafından da benzer açıklamalar yapıldı ve Türkiye’yle varılan anlaşmalar sıralandı. Yeni anlaşmalara göre, Türkiye-İran arasındaki sınır kapıları sürekli açık tutulacak, ticaret yerel para birimiyle yapılacak. Yapılan anlaşma bu anlamıyla İran’ı ambargoya almaya çalışan ABD’ye yönelik kimi mesajlar da taşıyor.
İRAN VE TÜRKİYE ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER
Bir süre öncesine kadar kimi derin çelişkiler üzerinden karşı karşıya gelen İran ve Türkiye’nin yaptığı görüşmede, “dost, kardeş” sözlerinin havada uçuşması da gidişat açısından çok fazla anlam ifade etmiyor. Zira her iki ülke arasında özellikle son yıllarda iç ve dış siyasette yaptıkları kimi stratejik değişiklikler bu ülkeler arasında atılacak her adımı gölgeleyecek derin bir kuşkuyu besliyor. Bunun birçok sebebi olmakla birlikte Yemen, Suriye başta olmak üzere Türkiye ve İran arasında son yıllarda önemli karşı karşıya gelişler yaşandı.
İran Suriye’de rejime destek verirken, Türkiye başından beri “Sünni silahlı” grupları destekleyerek, “rejimi yıkmak istediğini” açık bir şekilde dile getirdi. Ardından Yemen’de İran’ın desteklediği gruplar ile Arabistan’ın desteklediği gruplar çatışırken, Türkiye açık bir şekilde Arabistan’ın yanında yer aldı. Türkiye “Sünni dünyanın liderliğine” oynamasının gereği olarak yıllar yılı Arabistan ile derin ilişkiler kurarken, İran ile Arabistan arasında derin mezhep çelişkileri devam ediyor.
KARŞI KARŞIYA GELEN İKİ ÜLKE
Bu durum daha bu yılın Şubat ayında, her iki ülkeyi karşı karşıya getirmiş, meseleyi diplomatik kriz boyutuna kadar taşımıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aynı dönemlerde yaptığı Bahreyn ziyareti sırasında, “Birileri hem Suriye’nin hem Irak’ın bölünmesini istiyor. Irak’ın bölünmesi çalışmasını yapanlar var. Oradaki mezhebi, etnik mücadele, çünkü orada da bir Pers milliyetçiliği olayı var. Bu Pers milliyetçiliği olayıyla da orada bir bölünme söz konusu. Bunların önünü kesmemiz gerekiyor” açıklamasında bulunmuş ve birkaç ay sonra iki TV kanalının ortak canlı yayınında İran’ı eleştirerek, “Irak’ta mezhebe dayalı olarak Pers milliyetçiliği temelinde yayılmacılık söz konusu” demişti.
İRAN TÜRKİYE’Yİ TEHDİT ETMİŞTİ
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Münih’te İran’ı "mezhepçilik yapmakla" eleştirmişti. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi ise İran’a yönelik Türkiye’den yapılan açıklamalara tepki göstererek, "Türkiye konusunda sabırlı davranıyoruz; ancak, sabrımızın da bir sınırı var. Türk dostlarımız bu tip ifadelerini tekrarlarsa biz de susmayıp karşılık vereceğiz” açıklaması yapmıştı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye ve İran büyükelçilerini çağırarak notalar vermişti. Ayetullah Ali Hamaney’in başdanışmanı Ali Ekber Velayeti de, Türkiye’yi Suriye’de “işgalci güç olarak gördüklerini” ima ederek, "Suriye ve Irak’ta davetsiz bulunanlar ya kendileri çıkarlar ya da çıkarılırlar” açıklamasında bulunmuştu.
DIŞ POLİTİKA NE OLDUĞUNU GÖSTERİR
Bütün bunlara rağmen Türkiye ve İran arasında “Kürt karşıtlığı” üzerinden “ittifak” mümkün olabilir mi? Söz konusu ülkeler arasında yaşanan “gerilimli Kürt aşkı”, uzun yıllar bölgede CIA adına faaliyetler yürütmüş olan Uluslararası İlişkiler Uzmanı Graham Fuller’in, “Dış politika sadece bir ülkenin ne istediği değil aynı zamanda ne olduğunu gösterir” tespitini de doğruluyor. Yaşanan durum bize söz konusu bölge ülkeleri arasında ne kadar derin çatışmalar olursa olsun Kürt sorunu üzerinden birbirlerine vermeyecekleri tavizler ve vazgeçmeyecekleri ilkeleri bulunmadığını gösteriyor.
SABADAT VE CENTO GÜNCELLENEBİLİR
O yüzden bütün çelişkilere rağmen Türkiye ve İran kendi aralarında yeniden 1937 yılında İran, Türkiye, Irak ve Afganistan’ın eklemlendiği esas olarak, “ülkeler arası çatışmasızlığı ve sınırların değişmezliğini” güvenceye alan Sadabat Paktı’nı, yine aynı amaçla 1958’deki Bağdat Paktı, 1979 yılında aynı amaçla yapılan CENTO Anlaşması’nın güncellenmesi girişimleri olarak ortaya çıkıyor. Çünkü Türkiye ve İran Kürtlerin parçalanmasının iki temel ülkesi olarak varlığını sürdürüyor ve bu da 1639 yılında taraflar arasında “Kürdistan’ı ikiye bölen” Kasr-ı Şirin Anlaşması’na dayanıyor.
MESELE KÜRTLERDE BİTİYOR
Ancak yeni dünya koşullarında, örneğin ABD’nin İran’a yönelik ambargo uygulamak istediği bir dönemde yaşanan bu yakınlaşma eski tarihte Kürtlere karşı yapılan ittifaklar kadar kolay bir şekilde uluslararası düzeyde ittifak bulamaz. Tarafların çelişkileriyle birlikte bölgesel düzeyde yalnız kalacak olmaları bu siyaseti sürdürmelerini zorlaştırıyor. Ancak yine de bu politikanın uygulanıp uygulanmayacağı uluslararası konjonktür ve gelişmelerden ziyade -çünkü burada esas olan güçtür- Kürtlerin kendi aralarında birlik sağlayıp sağlamayacağına bağlı. Eğer Kürtler kendi aralarında birlik sağlayamaz ise bölge devletlerinin de-facto bir şekilde geliştireceği saldırı, daha sonra uluslararası hukuk kuralına dönüşebilir.
MA / Kenan Kırkaya