HABER MERKEZİ - ABD’nin yaşadığı 11 Eylül saldırısının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen failler hala yargılanıyor. Tarihin en kanlı terör eylemine tanıklık eden ABD halkı, vahşice saldırının açıklığa kavuşturulmasını bekliyor.
Tarihler 11 Eylül 2001 Salı gününü gösterdiğinde 4 yolcu uçağı, El-Kaide bağlantılı 19 korsan tarafından kaçırıldı. Uçaklardan ikisi Dünya Ticaret Merkezi’nin New York’ta bulunan ikiz kulesine çarparken, diğeri Pentagon’a yöneldi. Son uçak ise yolcuların direniş göstermesiyle hedefine ulaşamadı ve Pennsylvania’da boş bir alana düştü. Yaklaşık 3 bin kişi yaşamını yitirdi. Milyarlarca dolarlık bir hasar oluştu. Faillerin yargılanması ise hala devam ediyor.
SALDIRI 'İLLÜZYON' GİBİYDİ
Dünya, 11 Eylül sabahı adeta sarsıldı. ABD, tarihinin en sansasyonel ve kanlı eylemiyle uyandı. Finans-kapitalin beyni sayılabilecek New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’nin “ikiz kuleleri” alevler içindeydi. ABD’de sabah saatlerinde TV’lerini açanlar için tam bir “illüzyon” hakimdi. Kulelerin içinden bir hançer gibi geçen yolcu uçakları, gökyüzünü kaplayan kasvetli dumanlar, telaş içinde kaçışan insanlar ve öfke dolu bir vaveyla. Her şey sanki “hüzünlü bir film” gibiydi. Lakin izlediğimiz o dramatik sahneler maalesef gerçekti. İnsanoğlunun gezegeni nasıl paylaşamadığının en sarih ve sefil örneklerinden biriydi.
10 UÇAK KAÇIRILACAKTI
Kuşkusuz 11 Eylül, “tertemiz gökyüzünden yere inen bir şimşek” değildi. Bu saldırının yıllar öncesinden planlandığını birçok yayın organından takip ettik. ABD’nin 2003 yılında Pakistan’da tutukladığı Halid Şeyh Muhammed saldırının asıl “mimarı” olarak geçiyor ve hala hakkında bir hüküm verilmiş değil. Halid Şeyh Muhammed, sorgulaması esnasında bu saldırıyı 1996 yılında tasarladığını ve konuyu El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’e açtığını belirtiyor. İlk plana göre, ABD’nin doğusunda ve batısında 5’er uçak kaçırılacaktı. Ancak Ladin, bu planı uygulanması güç olarak görmüş ve 11 Eylül’deki saldırı tarzı üzerinde fikir birliğine varılmış.
FAİL ÖNCEDEN YAKALANABİLİRDİ
ABD istihbaratı Halid Şeyh Muhammed’i uzun süredir “temaşa” ediyordu. Kendisi ABD’de okumuş ve sonrasında 1980’li yıllarda Afganistan’daki savaşa katılmıştı. Yani ABD’nin “rahle-i tedrisatında” büyümüş ve zamanında onun kılıcını dahi kuşanmış tutkulu bir “mücahitten” bahsediyoruz. Eski FBI ajanı Frank Pellegrino’nun BBC’ye verdiği bilgiye göre Halid Şeyh Muhammed, 1993’te Dünya Ticaret Merkezi’nde yaşanan bombalamayla adını duyurmaya başladı. Bombalamayı düzenleyenlere para transferi yaptığı dile getiriliyor. Yine Pellegrino’nun açıklamasına göre Halid Şeyh Muhammed, Katar’da yakalanabilirmiş ama ne “hikmetse” bazı ABD’li diplomatlar buna karşı çıkmış.
ABD İSTİHBARATI SADECE ‘İZLİYOR’
Afganistan’daki El-Kaide kampında 1996 yılından itibaren saldırıyı yapacak korsanların eğitilmeye başlandığı biliniyor. Örneğin kampa giden ilginç şahsiyetlerden biri Lübnanlı Ziyad Cerrah’tı. Türk kökenli sevgilisi Aysel Şengün’ün yıllar önce verdiği bir ifadeye göre Cerrah, Hamburg’dayken Kasım 1999 ve Şubat 2000 tarihleri arasında “sırra kadem” basıyor. Aslında Afganistan’a gidiyor ve burada aldığı talimatlar doğrultusunda “pilot” olmaya karar veriyor. Sonrasında ise ABD’ye gidiyor ve kısa dönem bir pilotluk eğitimi alıyor. Bu arada sevgilisine de sık sık “cihattan” bahsediyor. Seküler bir aileden gelen Cerrah’ın bu düşünsel değişimi, Aysel Şengün’ü de çok kuşkulandırıyor. Ziyad Cerrah ile birlikte Hamburg’ta örgüt hücresi kuran Mohamed Atta ve Marwan al-Shehhi gibi isimler de benzer süreçten geçiyor. Üstelik 3 şahıs Florida’da birlikte uçuş eğitimi alıyor. Mohamed Atta, 11 Eylül saldırısında kuzey kulesine çarpan uçakta pilotluk yaparken, Marwan al-Shehhi güney kulesine çarpan uçağın korsan pilotuydu. Gerçekten ABD istihbaratı bu süreci gözden kaçıracak kadar “miskin” miydi? Yoksa kasıtlı olarak “seyirci” mi kaldı? Söz konusu George W. Bush Yönetimi olunca “buluttan nem kapacak” bir psikoloji dürtüyor insanı. Zira komplolarla “izdivaç” yapacak bir karakteri vardı bu yönetimin. Sakın çok konuşulan Büyük Ortadoğu Projesi’ne bir “hazırlık” olmasın mı?
KORSANDAN DUYGUSAL TELEFON
Saldırı sonrası hem havaalanları ve hem de uçaklardaki hengâmeye ilişkin çok hazin konuşma kayıtlarına ulaşıldı. Ömer Hayyam’ın dediği gibi “yeller esti, umutlar savrulup gitti.” Korsanlar bile bu saldırıda “duygularını” gizleyememişti. Mesela Ziyad Cerrah, kanlı olaydan birkaç dakika önce havaalanında Aysel Şengün’ü arıyor ve üç kez “seni çok seviyorum” diyebiliyor. Bir taraftan birini sevecek bir “yürek”, diğer taraftan dakikalar sonra 40 kişiyi acımasızca ölüme götürecek bir “nefret”. Allah yolunda verilen savaşın “melankolisidir” bu. Emperyalizm ve cihat, hem birbirini besliyor hem de birbiriyle savaşıyor.
93 SEFER SAYILI UÇUŞTA DİRENİŞ
Özellikle United Airlines firmasına ait 93 sefer sayılı uçuş çok konuşuldu. Çünkü bu uçakta yolcuların yüksek cesaret örneği sergilediği ve daha büyük bir felaketi önlediği biliniyor. Korsanların asıl hedefinde Beyaz Saray veya bir nükleer santral olduğu iddia ediliyor. Eğer korsanlara karşı direniş olmasaydı daha ağır sonuçlara maruz kalınacağı düşünülüyor. Ziyad Cerrah’ın korsan pilotluk yaptığı uçak da buydu. 4 korsan, “first class” bileti almışlardı. 33 yolcu ve 7 mürettebattan oluşan uçak, yaklaşık 40 dakikalık bir gecikme yapmıştı. Bu gecikme esnasında host veya hostesler “first class” yolculara meyve suyu servisinde bulunarak meşgul oluyorlardı. Ancak kalkış yaptıktan birkaç dakika sonra uçak “mahşer yerine” döndü. Ellerinde “bıçaklarıyla” uçağı kontrol etmeye çalışan korsanlar, bir süre sonra kokpiti ele geçirdiler. Artık ok yaydan çıkmıştı. Yolcular için çok hüzünlü anlar yaşanmaktaydı. Bazıları korsanlara karşı direnirken bazıları telefona sarılıp ailesinden, dostundan ve eşinden yardım istiyordu. Yolculardan rugby oyuncusu Mark Bingham, annesini arıyor ve “Anne! şunu bilmeni istiyorum ki seni çok seviyorum. Hepinizi çok seviyorum” diyor. Yine hosteslerden Sandy Bradshaw, eşini arıyor ve evde kendisini bekleyen küçük çocuklarına çok iyi bakmasını istiyor. Sonunda uçak Pensilvanya eyaletine bağlı Stonycreek kasabası yakınlarında düşüyor. Geriye sadece acılar ve bir enkaz kalıyor. Tıpkı Shakespeare’nin dediği gibi “Neptün’ün hiçbir okyanusu temizleyemez bu kanı…”
MA / İsmet Konak