ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasının 20’nci yılında Efrin’e yönelik saldırı ve bu çerçevede oluşan uluslararası konsensüs, Kürtlere karşı tutumun kendisini yenileyerek devam ettiğini gösteriyor. Yeni dönem, pazarlıklar ve koparılan tavizler üzerinden belirleniyor.
Efrin’e yönelik hava saldırıları, ağır silahlar ve kimi devletler ile silahlı gruplar tarafından başlatılan saldırılar 4’üncü gününde sürüyor. Efrin savaşında çok ciddi bir güç dengesizliği var. Efrin’de 10-15 bin silahlı güç ve 700 bine yakın bir sivil nüfus bulunduğu belirtiliyor. AKP ise, bütün kesimleri de yanına alarak en az 500 bin kişilik ordu, tank ve yüzlerce savaş uçağı ile düzenli bir ordu üzerinden operasyon gerçekleştiriyor. Bununla birlikte 15-20 bin kişilik adına ÖSO denen çoğu daha önce DAİŞ’ten kopmuş silahlı bir gücü de yanına almış durumda. Öte yandan İdlib’te imha olmakla yüz yüze olan El Kaide’nin bir başka kolu olan El Nusra’nın binlerce unsuru da bu operasyonda yer alıyor.
EFRİN SAVAŞININ TEK ZAFERİ: MUHALEFETİ SAVAŞA ASKER KILMAK
Efrin’e yönelik başlatılan saldırı ve savaşın ilk ve şimdiye kadar tek zaferi iç siyasette elde edildi. MHP zaten böyle bir savaşa katılmaya dünden hazırdı ama CHP de Erdoğan’ın komutanlık yaptığı bu savaşa asker yazıldığını yaptığı açıklamalarla göstermiş oldu. Sadece CHP de değil, aynı zamanda, Meral Akşener Başkanlığındaki İyi Parti, Ergenekoncular, 1 Mart tezkeresine karşı çıkan Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu gibi kesimler de, kimi muhafazakarlar da bu savaşta itirazsız yer aldı. Böylece muhalefet bundan sonra yapacağı her türlü eleştiri hakkından da “savaş nedeniyle” feragat edeceğini deklere etmiş oldu. Bu Efrin’e yönelik başlatılan savaşın en önemli amaçları arasındaydı ve bu durumu savaşın Erdoğan açısından ilk kazanımı olarak nitelendirmek mümkün.
RAKKA’DAN SONRA EFRİN SALDIRISININ STARTI VERİLDİ
Ama esas olarak Efrin savaşı Kürtlere karşı oluşturulan yeni bir uluslararası konsensüs çerçevesinde yürütülüyor. Bir yandan Türkiye’nin ABD ve Rusya’ya rağmen bu savaşı yürüttüğüne yönelik kamuoyunu da yanıltan ve AKP’ye fazlasıyla güç vehmeden bir yaklaşım sergileniyor, öte yandan Türkiye, bu güç sarhoşluğu içerisinde daha fazla hata yapmaya yönlendirilmek isteniyor. Ama Efrin savaşının startının esas olarak DAİŞ’in Rakka’da yenildiği gün verildi. Uluslararası basın o günden sonra Kuzey Suriye’deki yönetime yönelik gittikçe dil ve yaklaşım değiştirmeye başladı. Gelinen aşamada Deutsche Welle, BBC, Sputnik gibi önemli kaynaklar tamamıyla Türkiye’nin tezleri ve argümanları ile hareket etmeye ve onları öne çıkarmaya başladı. Örneğin Sputnik’te yazılan kimi analizlerde Türkiye’nin “Terörle mücadele amacıyla Efrin’de mutlak denetimi sağlaması gerektiği” ileri sürülmeye başlandı. BBC, AKP’nin düşünce kuruluşu olan SETA’dan Doç. Dr. Murat Yeşiltaş’a Efrin ile ilgili analiz yaptırıyor ve orada Efrin’den Türkiye tarafına saldırıların olduğu vesaire ileri sürülüyor. “IŞİD’in araçlara bindirilip Rakka’dan tahliye edildiğini” ileri sürecek kadar sahada olduğunu savunan BBC, SETA analizindeki iddiaların ne kadar gerçeği yansıttığını teyit ettiremez mi?
SİYASET BASINDAKİ SÖYLEMİ DEĞİŞTİRDİ
Basının bu tutum değişikliği Kürtlere karşı siyasetin tutum değişikliğinden kaynaklanıyor ve amacı gerçeği yazmak değil sahibinin sesi olmak olan uluslararası medya da bu operasyonun önemli bir bileşeni olarak yerini almış durumda.
RUSYA, İNGİLTERE VE NATO
Bununla birlikte Rusya’nın şimdiye kadar Kürtlerin yanında olduğunu gösteren tutumu, Efrin’e hava sahasını açmak ve Efrin’e girilmesine izin vermekle değişti. Daha önce Kürtlere “kontrol ettiğiniz bölgeleri Suriye rejimine bırakın” teklifinde bulunduğu ortaya çıkan Rusya, 1998 yılında Öcalan’a yönelik geliştirilen operasyonda da benzer bir rol oynamıştı. Yine İngiltere başından beri, Türkiye’nin Efrin’e yönelik olası saldırısını meşrulaştırmak ve haklı çıkarmak için adeta lobi faaliyeti yürütüyor. Yaptığı her açıklama ile Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı olduğunu belirten İngiltere’nin bu tutumunun beli ölçülerde NATO’yu bağladığı görülüyor. NATO da savaşa müdahil olmadığını belirtirken öte yandan Türkiye’nin iddialarına hak veren açıklamalar yaparak, savaşı onaylamış oluyor.
PAZARLIKLAR BM’NİN BİLE GÜNDEMİNİ DEĞİŞTİRDİ
Elbette bunların tamamı oluşturulan pazarlık üzerinden yürütüldü. Örneğin en son dün Fransa’nın çağrısı üzerine gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısının gündemi aslında Efrin’e yönelik saldırı olarak belirlenmişti. Bunu Fransız yetkili kendi twitter hesabından ilan etmişti. Ancak ardından Türkiye bir kaç koldan devreye girdi. Önce BM Daimi temsilcileri nezdinde lobi faaliyetleri yürüttü. Ardından Fransa ile yürütülen pazarlıklar, tıpkı Rusya ile yürütülen pazarlıkların sonuç vermesi gibi, sonuç verdi ve Fransa adeta BMGK toplantısında gündem değiştirdi. Toplantıyı İdlib ve Guta toplantısı haline dönüştürdü. Fransız yetkili konuya ilişkin soruları da yanıtlamaktan kaçındı.
ABD VE AB SALDIRILARA ZEMİN SUNUYOR
Bütün bunlarla birlikte ABD ve AB’nin “kaygı ve endişe” dışına çıkmayan tutumu ise Efrin’e yönelik saldırılara zemin sunuyor. Böylece Türkiye hem uluslararası camiaya meydan okuyarak bu işi yaptığını kamuoyuna propaganda ediyor hem de, uluslararası güçler bu pazarlıklar üzerinde Türkiye’yi daha çok kendilerine mecbur kılarak, mahkum ediyor.