HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan, kendilerine dayatılan savaşa karşı barışta ısrar etmeyi uluslar arası komplo ile İmralı Adası'na hapsedilmesi sonrasında da sürdürdü. Son 22 yılda devletin önüne koyduğu somut projelerle Kürt meselesi için "bir haftada çözerim" diyen Öcalan, her defasında çözümsüzlükle karşılaştı, sesinin Türkiye halklarına ulaşmaması için tecride alındı.
Kökü cumhuriyetin kuruluşuna uzanan imha ve inkâr siyasetiyle ortaya çıkan Kürt meselesi, Türkiye’ye damgasını vurduğu son 43 yılda her iki taraftan binlerce can kaybına yol açsa da süren savaşa, ekonomik, sosyal ve kültürel ağır yıkımlara yol açtı, açmaya devam ediyor. Kürt halkının kimlik ve özgürlük talepleri ile birlikte Türkiye’nin demokratikleşmesi için çaba gösteren PKK Lideri Abdullah Öcalan, öncelikli olarak bir barış ortamının oluşmasına zemin yaratmaya çalıştı. Bu amaçla 1993, 1995 ve 1998 yıllarında ateşkes kararları ilan edilse de, attığı adımlar karşılık bulmayan Öcalan, kendisini hedef alan uluslararası komplo ile 15 Şubat 1999'da getirildiği İmralı Adası’nda tecrit altında tutulduğu 22 yıl boyunca bu ısrarından vazgeçmedi. İmralı’da kaleme aldığı savunmalarında maruz kaldığı komplonun amacına dair çözümlemelerde bulunan Öcalan’a göre, gerçekleştirilen komplo kendi şahsında sadece Kürt halkına değil, aynı zamanda Türkiye halkına yönelikti.
Türkiye’ye teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayan güçlerin asıl niyetinin “bir yüzyıl daha sürecek şekilde anlaşmazlığın temelini derinleştirmek” olduğunu söyleyen Öcalan, “Beni komploya düşürmeleri bu niyetleri için ideal bir fırsat sunmuştu. Bu fırsatı sonuna kadar kullanmak isteyeceklerdi. Aksini düşünmek mümkün değildi. Çünkü isteselerdi bu yöndeki çok olumlu gelişmelere katkı sunabilirlerdi” diyecekti.
Öcalan’ın, bu konuda tarihsel bir örnek olarak işaret ettiği ise İsrail-Filistin çatışmasıydı. Küresel güçlerin kendisi üzerinden Kürt-Türk savaşını derinleştirmek istediğinin altını çizen Öcalan, bunu şu sözlerle dile getiriyordu: “Nasıl ki İsrail-Filistin ikilemi yüzyıldır Ortadoğu’da Batı hegemonyasına hizmet etmişse, ondan çok daha büyük boyutlu olan Türk-Kürt ikilemi de en azından bir yüzyıl daha hegemonik hesaplarına hizmet edebilirdi. Zaten 19. yüzyılda bölgedeki birçok etnik ve mezhepsel sorunun geliştirilmesinde ve çözümsüz bırakılmasında aynı amaç güdülmüştür. İmralı gerçeği bu yöndeki ham bilgilerimi iyice olgunlaştırdı. Fakat karşımda duran en önemli sorun, bunu Türk yönetici elitine kavratabilmekti. Komplonun benden, Kürtlerden daha çok Türklere yapıldığını kavratabilmek en önemli sorunum haline gelmişti.”
BARIŞ GRUPLARI
Türk-Kürt savaşını kışkırtıp, bundan beslenen küresel güçlerin bu oyunlarını bozmak tutumunu İmralı’ya getirilmesi sonrasında da sürdüren Öcalan, idam tehdidi ile yargılanırken 1 Eylül 1999’da dördüncü kez ateşkes ilan edip, PKK’nin silahlı güçlerine Türkiye sınırlarının dışına çıkmaları çağrısı yaptı. Öcalan, barışçıl niyetini göstermek için sadece bu çağrı ile sınırlı kalmayıp Kandil, Mahmur ve Avrupa'dan olmak üzere “Barış ve Demokratik Çözüm Grupları”nın Türkiye’ye gelmesi konusunda adım attı.
Bu çağrı ile ilk grup, 1 Ekim 1999'da Kandil’den geldi. Ali Sapan, Seydi Fırat, Mehmet Şirin Tunç, İsmet Baycan, Sohbet Şen, Yüksel Genç, Yaşar Temur ve Gülten Uçar'dan oluşan grubun tümü Türkiye'ye adım atar atmaz tutuklandı ve tümüne hapis cezaları verildi. Bu isimlerden İsmet Baycan, kaldığı Muş E Tipi Kapalı Cezaevi'nde 2003 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
29 Ekim 1999’da bu kez Avrupa'dan Türkiye'ye giriş yapan Haydar Ergül, Ali Şükran Aktaş, Aygül Bidav, İmam Canpolat, Yusuf Kıyak, Aysel Doğan, Hacı Çelik ve Dilek Kurt de tıpkı ilk grup gibi tutuklandı, her birine 7 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.
Bu tutuklamalara rağmen çözüm ısrarını sürdüren Öcalan, 20 Ocak 2000'de "Barış Projesi", 4 Kasım 2000'de "Demokrasi ve Barış İçin Acil Eylem Planı", 19 Haziran 2001'de “Acil Talepler Bildirisi”, 22 Kasım 2002'de "Acil Çözüm Bildirgesi" önerilerini dönemin hükümeti kamuoyuna sunduysa da olumlu yanıt alamadı. 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimleri, Refah Partisi’nden “gömlek değiştiriyoruz” diyerek ayrılan Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün kurduğu AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Erdoğan'ın siyaset yasağı bulunmasından ötürü katılamadığı seçimlerin ardından hükümeti Kayseri Milletvekili Abdullah Gül kurdu. Erdoğan’ın 9 Mart 2003’te yenilenen Siirt seçimleri ile parlamentoya girmesiyle birlikte Abdullah Gül başkanlığındaki 58’inci Hükümet, 11 Mart'ta istifa etti. Erdoğan başkanlığındaki 59’uncu Hükümet 14 Mart’ta kuruldu.
10 MADDELİK BARIŞ PLANI
2004 yılında Öcalan, hükümete 10 maddelik bir “Barış Planı” sundu. Bu planla AKP iktidarına nihai silahsızlanma için “Toplumsal Barış ve Demokratik Katılım Yasası” önerip, bu yön de bir takvim dahi hazırlayan Öcalan, Tayyip Erdoğan’a "Barış söyleyeceğin iki cümleye bağlı. Onurlu bir barış için demokratik çalışma imkanları açıktır. Bu iki cümle on binlerce kişinin kurtulmasını sağlayacak” diyerek seslendi. Bu mesajlara verilen yanıt Öcalan'a yönelik tecridin diğer tutuklu ve hükümlerden farklı olarak iletişim, haberleşme olanaklarından mahrum bırakılması, bazen aylarca ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyerek ağırlaştırılması oldu. AKP’nin Öcalan şahsında Kürt sorununa kayıtsız kalıp, askeri operasyonları sürdürmesi üzerine PKK, 5 yıldır süren ateşkesi 1 Haziran 2004 itibariyle sonlandırdığını açıkladı.
DAĞDAN İNİŞE 'PİŞMANLIK' DAYATMASI
Demokratik çözüm ve barışta ısrar eden Öcalan,sunduğu “Barış Planı”nı geliştirerek 2005 yılında bu kez “Barış İçin Yol Haritası”nı hazırladı. Gerillaların dağdan inmesini sağlayacak ‘Demokratik Katılım Yasası’nın çıkarılması barış koşullarının ilk adımı olacaktı. Fakat AKP’nin buna yanıtı “Eve Dönüş Yasası” adı altında pişmanlık dayatmaktan öteye gitmedi.
Bu yaklaşımlardan ötürü 1 Ekim 2006’da ilan edilen beşinci ateşkesle zorlanan barış çabaları da askeri operasyonlarda ısrar edilmesi üzerine akamete uğradı.
OSLO GÖRÜŞMELERİ İLE HAVA DEĞİŞTİ
Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında müzakerelere başlanmasıyla Kürt meselesine dair hava da yumuşamaya başladı. 2008 yılında MİT Müsteşarı Emre Taner ile Öcalan arasında İmralı’da başlayan görüşmelerin devamında 2009 yılı başında devlet yetkilileri ile KCK yöneticileri arasında üçüncü bir ülkenin gözlemciliğinde "Oslo görüşmeleri" olarak anılan temaslar başladı. Kamuoyundan gizli yapılan bu görüşmeler devam ederken dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 11 Mart 2009’da Kürt sorununa dair “güzel şeyler olacak” ifadesini kullandı. 24 Mart’ta Bağdat’a giderken uçakta gazetecilerle yaptığı sohbet sırasında “Kürdistan” ifadesini kullanan Gül, 9 Mayıs bu kez "Kürt sorunu Türkiye'nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir" açıklamasında bulundu. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan da Kürt açılımı ile ilgili DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le bir araya geldi.
ÇÖZÜMÜN YOL HARİTASINI SUNDU
Siyaset arenasında esen bu havanın etkisiyle KCK, çözüm konusunda AKP hükümetinin önünü açmak için 31 Mayıs’ta ateşkes kararı aldığını duyurdu. Öcalan da Hükümet kanadında "Kürt açılımı" olarak başlatılıp, sonrasında "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" olarak anılmaya başlanan sürece katkı sağlamak için atılması gereken çözüm adımlarını 10 ilke etrafında somutlaştırdığı bir “Yol Haritası” hazırladı. Barış için her türlü adımı atmaya hazır olduğunu duyuran Öcalan, AKP’ye “Demokratik müzakere olursa çözüm gelişir, bu konuda cesur olun, demokratik siyasi çözümün önünü açın. Demokratik siyasetin önünü açın. Barışın önünü açın. Demokratik müzakerenin önünü açın” diyerek seslendi.
SÜRECİ SABOTE EDEN OLAYLAR
Bununla birlikte on yıl aradan sonra barış gruplarını gündeme getiren Öcalan, iki barış grubunun Türkiye'ye gelmesini istedi. Öcalan'ın çağrısı ile 19 Ekim 2009’da Kandil ve Mahmur’dan 4'ü çocuk 34 kişiden oluşan Barış Grubu’nu Şırnak Silopi'deki Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye giriş yaptıklarında 50 bini aşkın insan karşıladı. Barış Grubu’nun gelişiyle barış umudu büyürken, bu durumdan rahatsız olan ulusalcı ve milliyetçi çevreler harekete geçti. Hükümetin bu sürecin arkasında duramaması üzerine Avrupa’dan gelecek ikinci grubun gelişi iptal edildi. İlk grupta yer alan 30 kişi hakkında davalar açılıp 17’si tutuklandı, bu isimlerden Lütfü Taş, cezaevine geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
Süreci sabote etmeye dönük adımlar bununla sınırlı kalmadı. 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasına karar verdiği Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) Genel Başkanı Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un milletvekillikleri düşürüldü. Kürt siyasetçilere yönelik 25 Aralık itibariyle “KCK operasyonları” başlatıldı. Öcalan’ın avukatlarına kadar uzanan bu operasyonlarda binlerce insan tutuklanıp, cezaevlerine konuldu. Sonraki yıllarda bu davaların büyük bölümünde hapis cezaları çıktı. Yine Ahmet Türk’e 12 Nisan’da Samsun’da yumruklu saldırıya uğradı. 16 Eylül günü ise, Öcalan ile devlet heyeti görüşme halinde iken Hakkari'nin Geçitli (Peyanis) köyünde bir minibüsün geçişi esnasında meydana gelen patlamada 9 kişi yaşamını yitirdi.
AKP Hükümeti’nin somut adımlar atmaya yanaşmaması nedeniyle devlet heyeti ile Öcalan arsında İmralı’da yapılan görüşme trafiği inişli-çıkışlı seyretti. 12 Haziran’da yapılan genel seçimlerde ise AKP yeniden tek başına iktidar oldu. Kürt siyasi hareketi ve demokrasi güçleri tarafından oluşturulan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu ise, 36 milletvekiliyle Meclise girdi. Fakat seçimlerin ardından YSK kararıyla Hatip Dicle'nin milletvekilliğini düşürülmesi, tutuklu vekiller Kemal Aktaş, Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, Gülser Yıldırım, İbrahim Ayhan'ın tahliyesi için bütün teklifleri geri çevirmek oldu.
İMRALI KİLİDİNİ TUTSAKLAR AÇTI
Bir yanda İmralı’daki görüşmeleri sabote eden bu adımlar atılsa da Öcalan 6 Temmuz'da avukatlarıyla yaptığı görüşmede heyetle "Barış Konseyi"nin kurulması için mutabakata vardıklarını paylaştı. Öcalan, bu görüşmeden üç hafta sonra 27 Temmuz’da görüşebildiği avukatları ile sonrasında "koster bozuk" veya "hava muhalefeti" gerekçelerle görüştürülmeyerek tecride alındı. Bunun üzerine cezaevlerindeki PKK ve PAJK'lı tutsaklar, Öcalan'ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması ile anadilde savunma ve anadilde eğitim hakkı talepleriyle 12 Eylül 2012’de açlık grevine başladı. Binlerce kişinin katıldığı bu eylemin baskısı sonucu hükümeti yeniden İmralı’nın kapısını çalmak zorunda kaldı. Devreye giren Öcalan’ın çağrısı ile açlık grevi eylemi 18 Kasım’da 66’ncı gününde sona erdirildi. Kürt meselesinin çözümü için yeniden müzakerelere başlaması yönünde kamuoyunun farklı kesimlerinden gelen çağrılar üzerine 3 Ocak 2013 günü DTK Eş Başkanı Ahmet Türk ile BDP Batman Milletvekili Ayla Akat’ın İmralı Adası'na giderek Öcalan’la görüşmesi akabinde “çözüm süreci” olarak adlandırılan ve yaklaşık iki yıl süren yeni bir dönem başlamış oldu.
BİR TARAFTA ÇÖZÜM, DİĞER TARAFTA ÇÖKTÜRME HAZIRLIĞI
2013 yılı Newroz kutlamaları sırasında Öcalan’ın “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” mesajının milyonlara ulaşmasıyla ülkede uzun yıllardır hasreti duyulan barış rüzgarları ilk defa esmeye başladı. Fakat devlet heyetinin yanı sıra HDP heyetini İmralı’da görüşmeler gerçekleştirdiği bu dönem fazla uzun süremedi. Bir yanda Dolmabahçe Sarayı gibi sembolik bir mekanda taraflarca mutabakat imzalanıp, çözüme dair pratik adımların atılması beklenirken, perde arkasında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarında “çöktürme planları” yapıldığı çok geçmeden ortaya çıkacaktı.
Erdoğan’ın imzalanan mutabakatı “tanımadığını” dillendirmesi ile birlikte HDP heyetinin İmralı’ya gitmesinin önü 5 Nisan tarihinden itibaren kapatıldı. Ne heyet ve avukatları ne de ailesiyle görüştürülmeme başlanan Öcalan’a dönük tecrit politikası yeniden devreye konulmuş oldu. 18 Mayıs’ta HDP’nin Adana ve Mersin il örgütlerine, 5 Haziran’da Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenlediği mitingde patlayan bombalarla birlikte gidilen 7 Haziran genel seçimlerde AKP iktidardan düştü. HDP ise, parti olarak girdiği bu ilk seçimde 13,1 oy alarak, 80 milletvekili çıkardı.
İktidardan düşen AKP, 1 Kasım 2015’te ülkeyi yeniden seçime götürdü. Bu beş aylık süre zarfında Urfa Suruç’ta yaşanan katliamın ardından Ceylanpınar’da 2 polisin şüpheli şekilde ölümü gerekçesiyle Kandil’e yönelik yapılan hava saldırıyla çözüm süreci fiili olarak sona erdirildi. 10 Ekim’de Ankara Garı önünde patlamaya devam eden bombalarla 102 insanın hayatını kaybettiği saldırının ardından 1 Kasım’da yenilenen seçimlerde AKP yeniden tek başına iktidar koltuğuna oturabildi. Çözümsüzlük politikasına geri dönüşle çatışmaların kentlere sıçradığı 2015-2016 yılları arasında yüzlerce insan hayatını kaybetti. Her geçen gün dozajı yükselen baskı ve şiddet politikaları ile HDP’li belediyelere kayyımlar atandı, partili milletvekilleri, belediye eş başkanlarının da aralarında olduğu yüzlerce kişi cezaevlerine konuldu.
'DEVLET SAMİMİ OLSAYDI, SORUN ÇÖZÜLÜRDÜ'
Attığı her adımla savaşı daha da harlayan iktidar, tecritle Öcalan’ın sesinin dışarıya ulaşmasının önüne geçmeye çalıştı. 5 Eylül 2016’da HDP ve DBP’li 50 siyasetçinin Diyarbakır’da açlık grevi başlatması üzerine kardeşi Mehmet Öcalan’ın 11 Eylül günü İmralı’da PKK Lideri ile görüşmesine izin verildi. Öcalan, bu görüşmede tüm yaşananlara rağmen barışın zor olmadığını söyleyip, şu mesajı verdi: “Eğer devlet projelere hazırsa, biz 6 ayda bitirebiliriz. Çözüm sürecini biz yok etmedik. Benim yanıma gelen heyete aktardım ve onlar ‘15 gün sonra yine geleceğiz’ dediler. Kürt sorunu 40 yıllık değil, 100 yıllık 200 yıllık sorundur. Eğer devlet samimi olsaydı, bu sorun çözülürdü.”
Öcalan’ın barış konusunda samimi olmaya davet ettiği devletin başındaki AKP iktidarı, bu çağrıya kulağını kapatmayı tercih etti. O dönem cezaevlerindeki tutuklu siyasetçilerden biri olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven, Öcalan’a dönük tecridin son bulması talebiyle 7 Kasım 2018’de açlık grevine başladı. Diğer cezaevlerine yayılan bu eylemin baskısıyla İmralı’nın kapısı açıp, Öcalan’ı kardeşi ile görüştüren iktidar, tecridi sürdürmeyi istese de Leyla Güven ve diğer eylemciler bu adımı yeterli bulmayan eylemlerini sürdürdü. Bunun üzerine 8 yıl aradan sonra Öcalan avukatları görüştürülmeye başlandı. 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde yapılan görüşmelerde Öcalan, AKP’ye barış elini uzatamaya devam etti.
'BİR HAFTADA ÇÖZERİM'
“Kürtlere yer açmaya çalışıyorum gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” diyen Öcalan, bu çağrısına yanıt alamadığı gibi bizzat Adalet Bakanı’nın çıkıp, aile ve avukat görüşmelerinin önünden hiçbir engel olmadığını söylemesine rağmen yeniden tecrit kuşatmasına alındı.
Geçtiğimiz 2020 yılı içerisinde Öcalan’dan sadece iki kez haber alınabildi. Adada çıkan yangın nedeniyle oluşan kaygılar üzerine 2 Mart ailesi ile görüştürülen Öcalan, akabinde baş gösteren pandemi dolayısıyla kardeşiyle bu kez 21 yıl aradan sonra 27 Nisan’da savcılık odasında telefon yoluyla görüştürüldü.
Her iki görüşmede verdiği “Eğer İmralı’dan demokratik dönüşüm yönünde bir uzlaşma çıkarsa, bu bin yıllardan beri halkın özlemle beklediği bir bayram olacaktır. Yıllardır bunun için sabrediyorum” mesajıyla, barış ve çözüm konusunda aynı yerde durduğunu gösteren Öcalan, karşısında muhatap bulamadı.
İmralı'da sürdürülen tecrit politikasının yıllar içerisinde ülkeyi daha da kaos ve krize sürüklediği gerçeği, toplumsal muhalefet cephesinde bilinen bir hakikat iken, bu hakikatin gereklilikleri yeterince yerine getirilemediği için bu konudaki sorumluluk bir kez daha cezaevleri tarafından yüklenilmiş durumda bugün. Daha önce İmralı'nın kapısını iki kez açmayı başaran binlerce tutuklular, barış koşullarının oluşmasını sağlayacak role sahip Öcalan üzerindeki tecridin son bulması için açlık grevinde yine. Son 40 yıla damgasını vurmuş çatışma koşulları içerisinde 2 yıllık bir çözüm süreci ile deneyimlenmiş savaş-barış ikileminde, Öcalan'ın uzatmakta ısrar ettiği barış elinin havada kalıp, kalmayacağında iktidarlardan öte toplumsal baskı belirleyici olacak. SON.
MA / Ömer Çelik