Özsavunma toplumun kadın bakış açısına bağlı 2021-01-21 09:03:02 DİYARBAKIR - Jineloji Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Avukat Ruşen Seydaoğlu, toplumsallığın özsavunmanın bel kemiğini oluşturduğunu belirterek, “Demokratikleştirilmiş, kadın bakış açısına duyarlı bir toplumsallık inşa edilirse artık özsavunmaya bile gerek kalmayacaktır” dedi.  Özsavunma, her ne kadar toplumun korunması için fiziksel savunmanın ötesinde sosyal ve siyasal mekanizmaların oluşturmasını içerse de son günlerde hayatta kalabilmek için kadınların başvurduğu bir savunma biçimi olarak tartışılıyor. Jineloji Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Avukat Ruşen Seydaoğlu, özsavunmanın tarihteki örnekleri ve toplumla olan ilişkisine dair sorularımızı yanıtladı.     Özsavunma, yaşamak için öldürmek zorunda bırakılan kadınlar ile yeniden gündem oldu. Özsavunmanın ne olduğunu bir de sizden dinleyelim. Nedir özsavunma? Nasıl ortaya çıktı?    Özsavunma, canlıların varlıklarını korumak, sürdürmek ve o varlığa bir anlam katmak, o anlamla yaşamak için gösterdikleri sürekli davranışlar ve reflekslerdir. Tüm canlılar, varlıklarını korumak için farklı şekillerde özsavunma yöntemine başvurur. Özsavunma, direk canlılık ile bağlantılı. İnsanların ağaç kavuklarında, mağaralarda yaşaması, icat ettikleri oval aletlerin git gide sivrileşmesi, yani hayatta kalabilmek beslenebilmek, korunabilmek, avlanabilmek için zihinlerini esneterek, geliştirerek ortaya koydukları her eylem özsavunmanın bir parçası. Tarih boyunca farklı biçimlerde dönemin inançlarına, felsefesine, kültürüne, coğrafyanın özelliklerine göre farklılaşan özsavunma refleksleri görebiliyoruz.    Kadınlar, her ay bedenleri kanayan ama ölmeyen varlıklardır. Bu aslında başlı başına bir özsavunma örneği. Bedenimizin kendini sürdürebilmek için ortaya koyduğu özsavunma, ya da bununla ilişkili olarak çocuk doğurması ve onu koruması, beslemesi bu da kendi bedenine, varlığına aynı zamanda o toplumsallığına ilişkin bir özsavunma halini alıyor. Hayatta kalmanın her biçimi, özellikle de kapitalist modernite içerisinde ataerkilin ve kapitalizmin zirveleştiği bu dönemde yaşıyor olmamız ve öylesine değil bu yaşamı etik ve estetikle harmanlayarak yola devam etmemiz başlı başına bir özsavunmadır.    Antropolojik çalışmaların da bize verdiği kaynaklarla beraber yapılan araştırmalar sonucunda, özsavunma biçimlerinin dönüştüğünü görebiliyoruz. İktidarlar karşısında başta kadınlar olmak üzere tüm ötekiler özsavunma kullanmak durumunda bırakıldı.     İlk özsavunma örnekleri nelerdir?   Tarihte, kadın eksenli yaşayan bir toplumun olduğunu biliyoruz. Bunlara ilişkin arkeolojik kanıtlarımız da var. Antropolojik çalışmaların da bize verdiği kaynaklarla beraber, yapılan araştırmalar sonucunda, özsavunma biçimlerinin dönüştüğünü görebiliyoruz. Ataerkil sistemlerin kurumsallaşması ve kapitalizmin ayak seslerinin gelmeye başlamasıyla değişimler oldu. Doğal akış içerisinde yaşamda kalmaya çalışmak varlıkların özsavunması iken karşıtlar oluştu. İktidarlar karşısında başta kadınlar olmak üzere tüm ötekiler özsavunma kullanmak durumunda bırakıldı. Güç erkeğe geçmeye başladı. Örneğin; mitolojik hikayelerin birinde aşk ve bereket tanrıçası İnanna, kendisine tecavüz edilmesi sonrası, toplumun ona tecavüz edeni yakalayıp getirmesi ve ondan hesap sorulmasını istiyor. Aslında kendisini o toplumdan ayrı görmeyerek, toplumla beraber özsavunmasını ortaya koyacak bir mitle karşılaşıyoruz.     Yine Atina’nın Athena Tapınağı’nda Medusa’nın lanetlenmesi gibi. Medusa’nın lanetlenmesi kadının güzeli, iyiyi temsil etmesine karşı geliştirilen bir saldırı, ataerkil aklın kurumsallaşmasını gösteriyor. Çünkü tanrılar divanına başvuran Medusa, geri çevriliyor. Tarihte karşımıza cadı avları çıkıyor. Cadı diye tanımlananlar bilgeler ve şifacılar. Diri diri yakılıyorlar, çünkü temsil ettiği dönemler erkek toplumun lanetlediği karşı durduğu değerler anlamına geliyor. Bu karşıtlıklar içerisinde varlığını sürdürmeye çalışan kadınlar, inançlar, halklar, topluluklar kendi özsavunmalarını oluşturuyorlar.     Özsavunma ve toplum arasında nasıl bir ilişki var?    Toplumsallık özsavunmanın bel kemiğini oluşturuyor. Bir kadın yalnız oldukça şiddet riski altındadır. Ancak kendini koruması ve yaşadığı toplumun onu korumaya başlaması, kendi parçası olarak görmesi ve kadının değerlerinin toplumsal değerler olarak sahiplenilmesi karşısında, hiçbir zihniyet kadının kendi varlığını anlamlandırmasını kıramaz. Karşısında toplumsal örgütlü bir güç gördüğü sürece iktidarlar geri çekilmek zorunda kalıyor.   Özsavunmanın toplumla ilişkisini ortaya koyan örneklerden biri de Heretikler. Heretikler, kendi yaşadıkları toplum içerisinde ruhban sınıfının dini sömürerek, dini inanışları değiştirerek, halkı köleleştirmeye, aç bırakmaya, sadece ruhban sınıfı ve kilise için çalışmaya mecbur bırakan bir sisteme karşı çıkıyor. Heretiklerin öncüleri de kadınlardır. Adalet istiyorlar, bunun için de dini geleneklerin yanlış yorumlandığını ve yeniden yorumlanması gerektiğini söylüyorlar. Adım adım bir örgütlenma çalışması yürütüyorlar, bu örgütlülükle varlıklarını uzun süre koruyorlar. Örgütlülüğün başlı başına bir özsavunma biçimi olduğunun örneklerindendir.     Özsavunma, tüm canlıların varlıklarını sürdürmek için başvurdukları bir yöntemken, nasıl oldu da sadece kadınla özdeşleşti?    İnsanın doğa karşısında tahakküm kurmaya başlamasıyla kadın karşısında artık tahakkümcü zihniyeti devreye sokması çok döngüsel bir şey. Kadın-doğa özleştirilmesi, beraberinde erkek karşısında kadın, devlet karşısında halklar, patron karşısında işçi gibi farklı farklı formlara kavuşarak devam ediyor. Çünkü, ataerkil kurumsallaşıyor, kapitalizmin ayak sesleri geliyor. Kadının varlığı yok edilmeye çalışılıyor. Bu sürecin düşmanı, taşıdığı değerler sebebiyle kadın oluyor. Uzun yıllardır iktidarların saldırılarına rağmen, ayakta kalan kendi kültürünü,  değerlerini sürdüren tek grup kadınlar. Kadınlar mücadele etmekten vazgeçmedi. Bugün baktığımızda dünyadaki bütün toplumsal hareketlerin öncülüğünü kadınlar yapıyor. Ortadoğu, Avrupa yada Amerika’da ekonomik, ekolojik yada cinsiyet temelli toplumsal ayaklanmalara kadınlar öncülük ediyor. Hangi grup içerisinde olursa olsunlar kadınlar direniş kültürünü devam ettiriyor. Haliyle de bizim karşımıza daha çok özsavunmada bulunan kadınlar çıkıyor. Özsavunma ile kadınları özdeşleştiren bir tablo oluşturuyor.                                             Kadının ekonomisi çalındı, doğayla arasına bir set çekildi. İcat ettikleri, iyileştirdikleri hepsi bugünün aslında tıp bilimini, kimyasını, fiziğini oluşturan ilk deneme ve deneylerdi. Kadın, bağlarının doğayla, ekonomiyle ve toplumsallığıyla kopartıldığını fark ettikçe özsavunmasını geliştirdi.   Günümüze baktığımızda kadınlar dil, emek, kültür ve varlıkları için bir özsavunma halinde. Peki özsavunmanın önemi nedir?    Önce şunu sormak lazım, kadın eksenli bir toplumu kaybeden insanlık neleri kaybetti? Öncelikle özel mülkiyet dediğimiz bir belayla karşılaştık, servet birikimi denilen bir sistemin içerisine girdik. Artık demokratik yönetimler yok. Bir zamanlar barış ve huzur içerisinde birbiriyle dayanaşarak, yaşanılan o topluluklardan çok uzağız. Kadının ekonomisi çalındı, doğayla arasına bir set çekildi. Toprak kapitalizmin tekeline alındı. Neden? Çünkü kadın doğayı izleyerek, sezgilerini de işin içerisine koyarak, bütünlüklü bir bilimi oluşturuyordu. İcat ettikleri, iyileştirdikleri hepsi bugünün aslında tıp bilimini, kimyasını, fiziğini oluşturan ilk deneme ve deneylerdi. Ancak, kadının oradaki varlığını da yok etmek için bir set kuruldu. Ekolojik yaşam yerine kalkınma programları oluşturuldu. Buna karşı kadınların özsavunması kadın kooperatifleri oldu, topraktan kopmamak oldu. Göçlere en çok direnen kadınlar oldu. Kürdistan topraklarına baktığımızda göçe en çok itiraz eden direnen, ‘kendi toprağımda öleceğim’ diyen kadınlar oldu. Kadınlar ve parçası olduğumuz topluluk olarak, nereden vurulduysak özsavunmalarımızı oradan geliştiriyoruz. Yani kadının toplumsallığı, kendiyle birlikte etrafındaki bütün toplumu düşünme hali, iktidarlara kadını farklı alanlara çekmeyi düşündürdü. Ve kadın hangi bedende olması, nasıl görünmesi ve nasıl davranması gerektiğine kadar başkaları tarafından belirlenen bir metaya dönüştürüldü. Bunun karşısındaki kadının özsavunması kendi bedeniyle barışma, kendi bedenine anlam verme, bir reklam ya da moda nesnesi olmaktan çıkarma, kendi varlığını bütünlüklü olarak yaşamayı ortaya çıkardı. Kadın kendi bağlarının, doğayla, ekonomiyle, toplumsallığıyla kopartıldığını fark ettikçe, özsavunmasını geliştirdi. Ona daha çok bağlanarak, etik ve estetik ölçülerle, kendine yaşamına düşünce ve duygu dünyasına anlam veren bir yerden yaşamaya başladı.      Şiddeti kabul etmeyen kadınlar özsavunma hakkını kullanarak şiddet uygulayanı öldürüyor. Meşru müdafaa da dediğimiz bu savunma biçimi karşısında ise kadınlar yargılanıyor. Korumayan devletin kadını yargılamasını nasıl yorumluyorsunuz?    Özsavunma kullanan kadınların, yargılanma süreci bizim için önemli. Burada yasaların uygulanmaması kadar, yasaların hangi zihniyetle uygulandığı sorunu var. Konuşacağımız örneklerde karşımızda olan tek şey erkek egemen zihniyetle yargılama yapan bir sistem. Nevin Yıldırım, kendisine tecavüz eden erkeği öldürdü ve saklanmadı. Ağırlaştırılmış müebbet cezası aldı. Yargıtay bunu oy çokluğuyla kabul etti. Bu ne demektir, aslında kadının tecavüze uğrasa bile bunu ispat etmek zorunda olduğu ve her halükarda kadın olduğu için tecavüzün sebebi olarak görüldüğü mesajı verildi. Çilem Doğan, ‘Beni satmasın, dövmesin, öldürmesin diye mecbur kaldığım için öldürdüm’ dedi. Kastının öldürmek değil kurtulmak olduğunu ifade etti. Çilem’in aldığı ceza da 15 yıldı. Tabi erkeklerin yargılandığı örnekler de var. Erkekler kravat taktıkları, takım elbise giydikleri zaman bu onlar için ‘iyi hale’ sebep olurken, kadınlara bunlar uygulanmadı. Çünkü tarihte olduğu gibi ilk kadınlar lanetlendi.      Demokratikleştirilmiş, kadın bakış açısına duyarlı bir toplumsallık inşa edilirse kadınların artık özsavunma kullanmasına bile gerek kalmayacaktır. Demokratikleşmeye ve özgürlüğe dahil olmak özsavunmanın kendisi haline gelecektir.   Yasemin Çakal, ona şiddet uygulayan eşini öldürdü. 3 yıl cezaevinde kaldı. Yargılama aşamasında, bir kadın olarak toplum baskısını, boşandıktan sonra artan baskıları anlattı.  Yani mevzu boşanmakla da bitmiyor. Boşansa bile o topluma yaranmak, o toplumda yaşamanın ne kadar güç olduğunu anlattı. Bu son derece politik bir ifade biçimi. Yasemin İsviçre’ye siyasi mülteci olarak başvurdu. Çünkü İstanbul Sözleşmesi ev içi şiddet sebebiyle iltica eden kadınların siyasi mülteci sayılmasını ön görüyor. İsviçre taraf devlet olmasına rağmen bunu uygulamıyor. İnsani mülteci olarak ele alıyor. Oysa kadın cinayetleri politiktir. Özel alan politiktir. Sadece Türkiye değil başka bir ulus devlet olduğunda da yine aynı erkek egemen zihniyetle karşı karşıya kalabiliyor kadınlar.    Melek İpek’in de hikayesi hayatta kalmak için öldürmek zorunda kalan diğer kadınlardan çok farklı değil. Melek’in yüzündeki işkence izleri yaşadıklarının çıplak haliydi. Çünkü toplumun vicdanı diye ifade edilen yargı, erkeğin vicdanı oldu. İktidarla yargı bir kez daha erkek egemen zihniyetle erkekler için bir karar verdi. Ama Melek, Nevin, Yasemin, Çilem için kadınların ortaya koyduğu mücadele, dayanışma duyguları, davranışları, eylemleri aslında bir biçimde özsavunmaya işaret ediyor. Şu konuda açık olmak lazım, ölmemek için öldürmek özsavunmanın tamamı değildir sadece bir parçasıdır. Mecbur kalınarak gerçekleştirilen bir parçasıdır.    Meselenin özü sadece kadın eksenli bir toplumsallık oluşturabilmektir. Bunun için örgütlenebilmek, farkındalık kazanmak, direnmek gerek. Kadınlar binlerce yıldır her zaman ayakta kalmak için bir yolunu buldu. Kadınların bu tavrı özsavunmayı ortaya koyar. Yoksa erkekler öldürülerek  bitmeyecekler. Fiziksel olarak bitseler bile zihniyetleri bitmeyecek başka bir varlıkta tezahürünü bulacak. Ama sahiden de demokratikleştirilmiş, kadın bakış açısına duyarlı bir toplumsallık inşa edilirse kadınların artık özsavunma kullanmasına bile gerek kalmayacaktır. Demokratikleşmeye  ve özgürlüğe dahil olmak özsavunmanın kendisi haline gelecektir.    MA / Arjin Dilek Öncel - Eylem Akdağ